Bazı hayatlar kitaplarla anlatılmaz; kitaplar o hayatlara şahitlik etmek için yazılır.
Bazı insanlar vardır ki, onları anlatmak sadece bir vazife değil; bir vefa, bir borç, bir inançtır.
“Prof. Dr. Haydar Baş: Hakikate Adanan Hayat”, işte böyle bir şahitliğin, böyle bir vefanın eseridir.
Bu kitap sadece bir insanı değil, çağların ötesine seslenen bir hakikati anlatır.
Bir hayat değil, bir inanç;
Bir ömür değil, bir istikamet;
Bir lider değil, bir millete ait büyük bir dava dile gelir bu satırlarda.
Ben sizin önünüze yalnızca bir kitap koymuyorum;
Yürümeniz gereken yolu, tutmanız gereken davayı,
Sahip çıkmanız gereken aklı, imanı ve manayı hatırlatıyorum. Bu metin, okunacak bir satır değil; yaşanacak bir yürüyüş, taşınacak bir emanet, yakılacak bir meşaledir.
Haydar Baş, sıradan akışa direnen, günü değil yarını düşünen; yeri geldiğinde yalnız ama hep haklı yürüyen bir önder, bir liderdi.
Onu anlamak, yalnızca fikirlerini bilmek değil; onunla aynı sevdada buluşmak ve aynı aşkta yanmaktır.
Bu eser, onun çocukluğundan son nefesine uzanan yolculuğunu, biyografinin dar kalıplarına sıkıştırmadan;
ilim, fikir, mücadele, inanç, dava şuuru ve millet aşkıyla yoğrulmuş bütüncül bir hikâye olarak sunar.
Sadece bir hayatı değil; bir fikriyatın doğuşunu, bir milletin dirilişini ve bir şahsiyetin ardında yeşeren dava ruhunu anlatır.
Milli Ekonomi Modeli’yle küresel adaletsizliğe meydan okumuş,
Ehl-i Beyt anlayışıyla milletin manevi köklerine tutunmuş,
“Hoş Geldin Atatürk” ile ortak hafızaya kardeşlik tohumu ekmiştir.
Sadece konuşan değil, yaşayan; sadece bilen değil, yol gösteren bir liderdir o.
Duruşu pusula, sözü yemin gibi ağır, susuşu bile çağlara ders olan bir şahsiyet…
Onu tanıyanların kalbinde hâlâ yankılanan sesi ve beraber yol yürüyenlerin hatıraları bu kitapta can buluyor.
Çünkü o, yalnızca fikir değil, iz bıraktı.
Sadece eser değil, emanet bıraktı.
Ve bu kitap, o emanetin taşındığı yerdir.
Haydar Baş’ın hayatını yazmak benim tercihim değil; onun emriydi.
Hatıralarını anlattı; çocukluğunun geçtiği sokakları, okuduğu okulları, çıktığı yaylaları, koyun kuzu güttüğü vadileri, dağları gösterdi.
Vefatından yalnızca yirmi gün önce, evinin bahçesinde, dostlarının huzurunda bana döndü ve dedi ki:
“Evladım, sen bu kitabı yazmazsan, kimse yazamaz.”
Son günlerinde yaptığı bir konuşmada “benim hayatımı iyi okuyun…” demişti.
O hayat, yanında otuz beş yılını geçirmiş bir insanın kalbinde yazıldı önce. Sonra sayfalara döküldü.
Ve onun emriyle…
Bu kitap bir yayın projesi değil; bir ruh sözleşmesidir.
Bir kazanç beklentisinin değil, bir vazifenin neticesidir.
Dünyevi değil, uhrevidir.
Onun sesi sussun istemedim. Yürüdüğü yolda yankılar eksilmesin, çağrılar bitmesin istedim.
O, bu kitabı kendisi için değil, bizler için yazdırdı:
Milleti için, davası için, geleceğimiz için…
Bu eser, onu üstadı bilenlerin kalbine; tanımak isteyenlerin zihnine; unutanların vicdanına yazılmıştır.
Bir tanıklık değil sadece; bir çağrı, bir mirastır.
Sadece geçmişi anlatmaz; geleceğe seslenir.
Bu satırlarda onun nefesi var; davası, aşkı, milletiyle kurduğu bağ var.
Bu bir kitap değil; bir izdir.
Bir hikâye değil; bir yürüyüştür.
Bir şahsiyet değil; bir hakikattir.
Ve unutma:
Okurken yalnız olmayacaksın.
O’nu duyacak, görecek ve hissedeceksin…
