Haset ve İnsan

Güzel insan ve eğitimci Ali Gedik hocam rahmetli “Hazreti Âdem’den beri insan aynıdır” derdi. Değişen zaman, eşyadır. İnsan hep aynıdır; problemleri de aynı, ihtiyaçları da aynı, hatta çıkmazları da aynı. Haset duygusu mesela, terbiye edilmezse tam bir çıkmaz sokaktır. İnsanı akrep yapıp döndürür. “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bütün iyilikleri yer bitirir” diye buyurur sevgili Peygamberimiz.

Kibir yine öyle! Mekkeli müşrikler, “Vahiy gelecek adam kalmadı da, Muhammed’e mi geldi?” diye kibirlerini konuştururlardı. Oysa daha düne kadar en kıymetli eşyalarını, ihanet gelmez diye “emin” gördükleri Muhammed’i bırakırlardı. Hicret edeceği vakit yeğeni olan Ali Efendimizi kendi yatağında yatırıp, gizlice Mekke’yi terk eder. Hz. Ali de o emanetleri sahiplerine verip öyle hicret eder.

Küçük görme ve büyüklenme onları tarihte müşrikliğe örnek gösterme seviyesine oturttu. “Ben varken, nasıl Muhammed’e gelir?” kibre bakın! Oysa gelen bir nurdu; hayvana niye gelsin, insana, hem de kamil insana gelecekti.

Her nimet, her güzellik hatta dünyalık bile böyledir. Allah rızkı herkese verir ama zenginliği dilediğine verir. Ne yapalım? “Allah niye ona verdi?” diyerek kafamızı taşlara mı vuralım. Hakkımıza razı gelip, ilahi taksimata saygı mı duyalım?

Niye bu konulara girdim? Efendim ben kim oluyormuş da, kitap yazıyormuşum. Hem de Haydar Hoca’yı yazıyormuşum. Hem de Haydar Hoca’nın emriyle… Bak hele olacak iş değil! Çok yanlış yapmış bu Haydar Hoca! Hayatımı yaz diye adam, bulamamış, Yusuf Karaca’ya söylemiş! Demişti madem, hemen yazsaydı, neyi beklemiş! Bunu diyenler de var. Öyle ya… Hemen yazılıyor.

Bana arkadaşlar atıyorlar, “Bu sana laf atmış, bu sana şunu demiş, bunu demiş.” Tarihte yüz binlerin önünde deklare edilen onca hakikat var ki, sonra gördüklerini inkâr ettiler. Gadir-Hum gibi tarihin en değerli, en kıymetli olayını, yüz binler duydu, izledi ama sonra, “Peygamber Ebubekir, Ömer dedi” diye tiyatro oynandı. Büyük bir hakikat iç edildi.

Ebubekir, Ömer bence halife değil; uydurulan dinin iki peygamberi yapıldı. Bunu, bu iki zat istemedi ama işler oraya evrildi. Fakat indirilen dinin peygamber sonrası velisi, hamisi ve sahibi veya sahipleri ise şehit edildiler. İmam Ali mescitte şehit ediliyor, Muaviye hâkimiyetinde, Emevi yalanlarıyla zehirlenmiş halk kendi arasında şunlar konuşuluyor: “Her şey tamam da, Ali mescide neden gitmiş? Çünkü Ali namaz kılmaz…”

İlmin kapısı Ali,  Velayetin Şahı Ali, Şamlılara göre namaz kılmıyor. Hatta İslam dışı… Mızrak ucuna Kur’an taktıranlar da İslam’ın kendisi oluyor. Haşa sümme haşa… Bu kadar tarihe gitmemizin nedeni, insan karakterinin değişmezliğine örnek içindi.

Yıllarca beraber olduğum arkadaşlar, Hakikate Adanmış Hayat karşısında renkten renge girdiler. Düne kadar kutlayan, ne zaman çıkacak diyenler, şimdi ev ev gezip “Yusuf, Haydar Hoca düşmanı” diyorlar. Çatlasanız da, patlasanız da eser ortada. Hatta ben deliymişim de haberim yok. Körlere, sağırlara hakikati göstermeye hakikati duyurmaya imkân yok. Tarihte olmadı ki, şimdi olsun.

Bin sayfa ile Haydar Hoca’yı anlatmaya çalıştım, kendi emir ve müsaadeleriyle. Buyurun siz de yüz sayfa ile anlatın. Ben bir deli olarak bunu yaptım. Sizler toplanın akıllı olarak on sayfa yazın da görelim. Ben bunu yazdım, alın sizler basın dedim, basmadınız. Ben bastım, “neden bastın?” Oğlum, hasta mısınız?

Bir kitap aldı diye adam on kişi tarafından aranır mı ya? İnsanları neden bunaltıyorsunuz? Sonra elinde size ait olanı yırtıyorlar, yakıyorlar. İnsanların iyi niyetleri üzerinden artık tepinmeyin, olur mu?

Bu kitabın hangi sayfasına karşısınız? Katılmadığınız neresi var? Bu kitapta olması gerekip de olmayan nedir? Okumadığınız için, diyecek bir şeyiniz yok. Okusanız etkileneceksiniz ve belki utanacaksınız. Korkuyorsunuz. Haydar Hoca’nın hatırlanılmasından, unutulmamasından rahatsız oluyorsunuz. Bana karşı olabilirsiniz, bana bir nefretiniz de olabilir ama hocama saygınız olsun. Hocamın talebine, emrine, itaat etmek zorundasınız; onu üstadınız olarak görüyorsanız.

Sizler bilmezsiniz diyelim, ağabeyleriniz yemin etsinler ki hocam böyle bir şey istemedi. Bilal Bey pandemide hocamın okul arkadaşı Mustafa Yazıcı’yı aradı: “Yusuf Karaca’ya hocam hayatımı yaz demişti. Size gelecek, hocamla ilgili hatıralarınız varsa anlatın.” Yıl 2021…

Ben sizleri iknaya çalışmıyorum. Yalanla beslenip üzerime salındığınızı anlatıyorum. Bu sessiz beyler, hatıraların anlatıldığı ortamda katkılarını sunan konuşmalarını dinlersiniz elbet bir gün. Neymiş efendim ben yeni yönetimle değilmişim. Bana ne yeni yönetiminizden? Beni siz attınız, beni bağlayan ne olabilir? Hadi, yüreğiniz varsa alın beni, partiye geliyorum. Hadi alın!

Alın da bizi hidayete erdirin! Alın da Nuh’un Gemisi’nde tutun, canım helakteyiz. Özgür Özel gemide biz değil. Balbay, Altaylı, hepsi ermiş; biz zındık zındık dolaşıyoruz! Canımız sıkılıyor, böyle kitap yazıyoruz!

Hocam, “Allah bir sepet akıl versin de ne kadar aptal olduğunuz anlayasınız, et kafalı seni!” derdi. He vallahi yav…

Bıktık, usandık ya! Bir kitap yazdım, acizane isteyen okur, isteyen okumaz. Nedir bu karın ağrınız ki! Anlıyorum, kitap ağır. Kitap derin. Kitap, üç devrimi kendinde cem etmiş bir devrim. Kaldıramazsınız ve sonunda çatlarsınız!

Haset ve İnsan
Başa dön