Gözyaşlarıyla Okunan Bir Pusula: Hakikate Adanmış Hayat


Okurların gözünde, gönlünde ve dilinde Hakikate Adanmış Hayat’ı değerlendirmeye devam ediyoruz. Ancak şehir olarak belirtmeyeceğim; o şehirde kitabı kim almış olabilir diye adeta dedektiflik yapanlar var. Bunları anlatıp oluşan manevi iklimi bozmak istemem. Fakat bu da Hakikate Adanmış Hayat’ın bir cilvesi diyelim.

Her gün, yazar olarak ben de okuyorum. Vallahi içinden çıkamıyorum. “Bunları ne zaman ifade etmişiz, hangi ruhla yazmışım?” diye düşünüyorum. Şimdi yazmama imkân yoktur. Evet, yazarken ağladığım geceler oldu, düşünüp uykusuz kaldığım günler oldu. Yazarken ağlarsanız, okuyucu da okurken ağlar. Çünkü seni yazarken ağlatan ruh, başkasını da okurken ağlatır.

Hocamın ifadesiyle:
“Elini bilerek de düğmeye bassan lamba yanar, bilmeyerek de bassan lamba yanar. Yeter ki içimizdeki lamba sönmesin.”


Öğretmen bir gönül dostum şunları yazdı bana:

“Abi kitabı dün bitirdim. Bazı yerlerini ağlayarak okudum. İnsanları anlamak mümkün değil. Hocamın size emri olmasına rağmen, ağa babalarının dümeninde gitmediğinizden size saldırıyorlar. Kitabın içerisinde Hocamın yaşamından başka bugünkü arkadaşlara gram eleştiri olmamasına rağmen, insanlar kitabı okumasın diye ellerinden geleni yapıyorlar.
Ayrıca kitap, hocamın hayatıyla birlikte Türkiye’nin son 40 yılını muazzam şekilde ortaya koymuş. Özellikle genç nesillere, hocamın şahsında Türkiye’nin son 40 yılı için (1980-2020) el kitabı. Allah sizden razı olsun. Hocam okusaydı kesinlikle çok beğenirdi. Bu da size yeterdi abi…”

Gerçekten de kitapta, özellikle genç nesiller Türkiye’nin en az 40 yılını öğreniyorlar. NATO’yu öğreniyorlar, faili meçhul cinayetleri öğreniyorlar. Türkiye’nin bugününü anlamak için, dününü bilmek ve görmek gerekiyor. İşte bu kitap bunu sağlıyor.


Bir ablamız da şunları ifade etmiş:

“Hocamın mücadelesini detaylı öğreniyoruz biz bu kitapta. Hoca Atatürk ifadesinin ne manaya geldiğini detaylarıyla görüyoruz. Biz her zaman hocamın yanında bulunma imkânı olanlardan değiliz. Ama bu kitapta, çocukluğundan itibaren hocamla olup hakikati yaşıyoruz…”

Bu ifadeler de son derece önemli. Hocamın çocukluğu, dünyaya gelişi hakkında bile bilgi sahibi oluyorsunuz. Kibre gelip, “Bana hocamı mı anlatıyorsun” diyenler de kitabı edinip okuyorlar. Bundan haberim var. Aralarında, “Yiğidi öldür, hakkını yeme” mantığıyla şu konuşmanın geçtiğini duydum:

“Yazılarını biliyoruz da, adamı kitap konusunda ilk defa sahnede görüyoruz. Hocam yazılarını çok beğenirdi, bu gerçek. Olsaydı, bu kitabı kesinlikle çok beğenirdi…”


Yazarına takılmadan, yazdıranına odaklanma olsaydı… Ama yapacak bir şey yok. Adama soruyorsun: “Hocam yazdırdı, buna itiraz mı ediyorsun?” Ses yok. “Okudun da, neresini yanlış buldun?” Ses yok. Bunlara bir şey anlatmak zaman kaybı…

Daha yazacağımız çok şey var. Bir kitap, bir hareketi kendine getirir mi? Getirir. Eğer “getirsin” diye bir yazdıran varsa ki var, bunu hiçbiri inkâr edemiyor. O halde yazdıranın, kından çıkmış kılıç olduğunu da yaşayarak görürsünüz.


Bugün akşamüzeri telefonda değerlendirme yapan bir kardeşimiz, şunları söyledi:

“Bu kitapla hocamın bize bir emanet değil, bir dava bıraktığını anlıyorsunuz. Yürümek için bir yol bıraktığını görüyorsunuz. Beş yılın muhasebesini yaptırtıyor bu kitap. Şüphesiz kimseye karşı yazılmış bir eser değil. Çünkü kitapta Haydar Baş’tan başka bir şey görmüyorsunuz. Kapağını açtığınızda sizi bir ruh sarıp götürüyor.”

Yine telefonla ulaşan eski bir arkadaşım, “Böyle de kitap yazılmaz ki kardeşim” diye söze başladı ve şunları aktardı:

“Seninle dergi sattığımız sokaklar bile gözümün önüne geldi. Sonra hocamı ziyaret etmiştik, bir ay dergi satışından sonra. Yıl 1988… Hocam bizi fabrikada karşılamıştı. Kare şeklinde sobalar yeni üretilmişti. Ben memur olunca aktif bulunamadığım yıllar oldu, buna üzülürdüm. Adeta kitapla o yılları telafi ettim. Neler yaşandığını, hangi mücadeleler verildiğini, içindeymişim gibi yaşadım…”

İşte böyle güzel gönüller de var. Hepsini anlatmak zor, affetsinler beni.


Kıymetli kardeşlerim!
Bu bir kitap değil. Bu, bir pusula… Bu, bir yol haritası… Yürünecek yolun haritası, omuzlanacak davanın yüküdür. Neden yazana değil, yazdırana bakmamız gerek, bunu ifade ediyorum.

Bu kitap, ters giyilmiş gömleği çıkartıp yeniden düzgün giymektir. Yanlış iliklenmiş ilk düğmeyi düzeltmektir. Son nefes için yaşamaktır. Mananın üstüne çıkıp maddeyi kazanmak değil, maddenin üstüne çıkıp manayı kazanmaktır.

Gözyaşlarıyla Okunan Bir Pusula: Hakikate Adanmış Hayat
Başa dön