Bir Kitapla Kalpler Uyandı

Genç bir kardeşim aradı. Dayısının hediye ettiği “Hakikate Adanmış Hayat”’ı okumuş. Öyle bir heyecanla anlatıyor ki, sesi titriyor, kelimeler yetersiz kalıyor. Ne demiştik: “Nisan yağmuru doğayı yeşillendirir, rahmet olur; ama yılanın gözünü kör eder.” Gerçekten de bugün bu hakikati yaşıyoruz.

Şimdi müsaadenizle, o genç evladımızın yürekten gelen sözlerini paylaşmak isterim:

“Hocam, ben Haydar Baş’ı tanıyan biri değilim. Aileden, daha doğrusu dayımdan duyardım. Mücadelesi beni öyle etkiledi ki anlatamam. Türkiye’nin yakın siyasi tarihine baktığımda, Haydar Baş’ın tüm iktidarlar karşısında koruduğu çizgi, benim için takdirin de ötesinde.
Nasıl bir insan olur da her dönemde aynı duruşu korur? Sadece bu yönüyle bile araştırmaya değer bir şahsiyet.
Kitapta lider Haydar Baş’ı okurken, bir anda insan Haydar Baş’a geçişler öyle ustaca yapılmış ki… Yahut baba Haydar Baş’tan devlet adamı, Allah adamı Haydar Baş’a geçişler… 900 sayfa ama insan hiç yorulmuyor.
Kitaptan kopamıyorsunuz, bittiğinde üzülüyorsunuz. Saygılar hocam, mutlaka sizinle tanışmak isterim. Okuduğum bu kitapla kendimi Haydar Baş gibi hissettim. Üniversitede onu temsil etmeye söz veriyorum…”

Bu satırları okurken içimden sadece bir teşekkür geçti: “Rabbim, bu gençlerin gönlünü diri tut.”
Çarşıda yürürken “Hocam” diye koluma dokunan bir başka genç, kadim dostumun oğlu Yusuf’tu. Gözleri pırıl pırıl, ilk sözü şu oldu:
“Kitabın 600’üncü sayfasındayım hocam… Sanki Haydar Hoca ile yüz yüze geliyorum.”
Bu yıl sınava girecek delikanlı. İnşallah gönlüne göre bir bölüm kazanır.

İlk etapta bu iki genci hatırladım, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü kitap vazifesini ifa etti. Ben bir emri, bir vasiyeti yerine getirdim. Bunun huzuru bana yeter.
Bir kitapla toplum ayağa kalkar mı?
Evet, kalkar!
Bir şiirle millet dirilir, bir sözle çağ değişir, bir kitapla vicdanlar uyanır, zihinler berraklaşır, gönüller coşar.

Ama ben “normal” insanlardan bahsediyorum. Yoksa bu kitaptan korkan, kapı kapı gezip “almayın, okumayın” diyen ama geceleri gizlice okuyanlar var ya… Onlar için yapılacak bir şey yok. Onların karşısında tıp bile çaresiz!
Hocamın “hayatımı yaz” emrini artık inkâr edemiyorlar ama hemen ardından “başkalarına da demişti” diyerek hem rol çalmaya hem de işi sulandırmaya kalkıyorlar bu sefer.

Aslında bu “rol çalma” meselesi yeni değil.
Bir belgesel yaptılar, adını “BEN” koydular. Necip Fazıl’ı getirip Haydar Hoca’nın hocası yaptılar!
Necip Fazıl kim ki, hocalığı ne olsun? İktidarda olan onun fikirleri değil mi zaten? Haydar Baş neden karşı çıksın o halde “hocası”na?

O belgeselin ilk metnini bana yazdırdılar. Yazdım, beğenmediler. Tekrar düzenledim, yine beğenmediler. Meğer maksat başka: beni yıldırmak. Notlarımı alıp kullandılar, sonra kendi adlarını yazdılar. Halbuki söyleselerdi, razı gelirdim. İlk bölümdeki her satır bana aitti. Neyse, konu bu değil. O zaman Promtur Musti’ye şöyle demiştim:
“Siz nasıl bir Haydar Baş istiyorsunuz, önce bana onu anlatın. Ben size göre bir Haydar Baş bulur, onu yazarım!”

Gittikleri zikzaklı yola “Haydar Baş” etiketi yapıştırarak insanları kandırmak, başkalarının kuyruğuna takmak istediler. O zaman da anlamıştım niyetlerini ama önyargılı olmamak için sustum bir süre. Sonra “seni istemiyoruz” dediler. Bahane ettikleri yazı, 10 Aralık 2020 tarihliydi. Hem partiden hem yayından attılar. Bugün o yayınlara bakınca, “İyi ki yokum” diyorum.

Bir sokağa Haydar Baş ismi verildiğinde mutlu olanlar, bir kitaba Haydar Baş yazılmasını kaldıramıyor; “neden yazdın?” diye çıngar çıkarıyorlar. İşte kafaları böyle işliyor. Hayatları baştan sona çelişki…
Ve bu çelişkilerini bugün “vizyon” diye, “üçüncü yol” diye pazarlıyorlar.
Sakın ha, kulak asmayın.
Kitabı okuyun, hakikati kendiniz görün.

Çünkü liderinizin adı bellidir: Prof. Dr. Haydar Baş.
Onun yolunu bırakıp başka yollara sapanları, kendi girdaplarında serbest bırakın.
Zaten az kaldı… Kendi çarpmalarını yaşayacaklar. Allah belalarını verecek. Gayretullah’a dokundular, kurtuluşları yok. Çok can yaktılar, çok ah aldılar, çok yuva yıktılar.

Bir Kitapla Kalpler Uyandı
Başa dön