28 Şubat sürecinde dershane kurucusuydum. 20 Nisan 2001 tarihinde Yeni Mesaj gazetesi tarafından Çağlayan’da “Ermeni Soykırım İddialarını Ret” mitingi düzenlenmiş ve miting Pazar günü yapılmıştı. Pazartesi sabah saat sekizde soruşturma müfettişleri dershane kapısında, kapının açılmasını bekliyor ve kapı açılınca da binaya ilk giren onlar oluyordu.
Dört kişiden oluşan ekibin başında, Âdem ismindeki müfettiş beni sorgulamaya başlıyor. Ben kendilerinden eğitim-öğretim ile alakalı sorular beklerken, kendileri bana Yeni Mesaj Gazetesi’nin sahibini soruyor, ben de sahibini bilmediğimi söyleyerek, Aydın Doğan’a ait olacağını iddia etmiştim. Kendileri gülerek, “Bu gazete Aydın Doğan’a ait olsa ben burada olmam” diyor. Ben ise “İnanmıyorsanız gazetenin adresine gidip sorabilirsiniz” demiştim.
“Neden bu gazeteden bir tane değil de, elli tane alıyorsun” diye sorunca, gazete ile yayın anlaşması olduğunu, sınav yayınladıkları için öğrencilerin aldığını söyledim. Uzunca süren bu tartışmalardan sonra dedim ki “Âdem Bey siz Milli Eğitim müfettişi değil misiniz? Bana eğitim-öğretim ile ilgili sorular soracağınıza Yeni Mesaj gazetesini soruyorsunuz sizi dava edeceğim, gazete ile ilgili soruları bana sorarak ne yapmak istiyorsunuz lütfen açık konuşun” demiştim.
Bana Sayın Yusuf Karaca, “Ben amirlerimden kurumunuzu kapatma emri aldım, ben öyle veya böyle bu kurumu kapatacağım” dedi ve imzalı bir genelgeyi bana gösterdi.
Ben ise kendilerine “Bana biraz süre verin, bina sahibiyle kira sorunları yaşıyorum zaten bu binadan çıkacağım, ama kapatırsan çok zor durumda kalırım” dediğimde “ben olumlu rapor versem dahi bir başka ekip gönderirler ve seni kapatırlar” dedi. Bir yıl sonra Âdem Bey beni kapatmadığı için kendisine soruşturma açıldığını bildirdi ve yardımlarımı istedi.
Yine bir gün okul gezisine çıkmıştım, kurum müdürü beni arayarak “maliyeciler geldi, kurumun evraklarını toplayarak götürdüler” demişti. Soluğu kurumda aldığımda birçok resmi evraka el konulmuştu ve haftalarca maliyeye gidip geldim.
Yıl 2002 yine bir gün sabah erken saatlerde; Ankara Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan iki müfettiş dershaneye geldiler. “Biz Milli Eğitime bağlı bir kurumuz sizinle ne işimiz olabilir? Sanayi kuruluşu değiliz ki” dediğimde yaşlı, güngörmüş beyefendi gülümseyerek, “Dershanelerle işimiz yok ama sizinle var beyefendi” deyince anladım ne demek istediğini.
Yine 2002 yılında öğle vakti 16 kişilik bir heyet valilikten geldiklerini söyleyerek, kurumun bilgi işlem bürosunu, kurucu ve müdür odasını, öğretmenler odasını aynı anda elemanları kapı dışarı ederek zapturapt altına aldılar. Gün boyu kurumda aramadık, bakmadık yer koymadan didik didik ettiler.
1999 yılından 2002 yılına kadar yılın hemen hemen bütün aylarına dağılacak şekilde ya müfettiş, ya maliyeci veya Batı Çalışma Grubu ekibinden oluşan büyük gruplar halinde devletin elamanları ile sürekli baskınlara uğramıştım.
2003 yılında baskınlardan bunaldım ve başka bir bölgeye giderek dershane açtım, yeni açtığım kuruma yeni bir isim koydum ve artık beni kimsenin rahatsız etmeyeceğini düşünmüştüm ama nafile. Tanıtım amaçlı okul gezisi yaptığım bir gün, kurumdan telefon aldım. Sekreter hanımefendi ağlayarak “hocam yetişin” dedi.
Geldiğimde yine 16 kişilik bir ekip; içinde Emniyet, MİT, Milli Eğitim, asker ve maliyecilerden oluşan kadro her şeyi dağıtmış, evraklar yerlerde, öğrenciler korku içinde, elamanlar titriyordu. Ekip başı “Yusuf Karaca sen misin?” diye sordu. “Benim” dedikten sonra sordum “Kimsiniz, nerden geldiniz?” Sert ve soğukça “Valilikten…” dedi.
Eğitimci bir insanın, devlet ile bu kadar ne işi olabilir? Rakiplerimiz para kazanırken, biz devlet dairelerinde dolaşır, şefaat dilenirdik; meğer suçumuz Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımakmış!
Bu süreçte yüzlerce yaşadığım olay var, sadece bazılarını anlattım. Şu anda gördüğüm her kravatlıdan rahatsız olan, telefonum çaldığında ürperen, her şeyden şüphe eden ve her gün başıma bir olay gelecek kaygısıyla yaşayan bir insan oldum. Ve bu halden maalesef kurtulamıyorum, bu sürecin beni hasta ettiğini artık kabullenmiş durumdayım.