Sayın Başbakan Antep konuşmasında bir vatandaşla yine polemiğe girdi. “Atama yoksa Oy da yok” diyen vatandaşa “Oy’un senin olsun…” dedi. Sonradan öğretmen olduğu anlaşılan kişi meğer eşi için atama istemiş. Meslektaşım son derece doğal bir talebi dile getirdi. Ama kendine bundan sonra dikkat etsin…
Neden dikkat etsin diyorum? Çünkü Başbakan’la takışmak yürek ister! Hele bir de atama istemek gibi, bir taleple karşı karşıya gelmek bertaraf olmak için yeterli bir neden…
Daha önceleri bir çiftçi ile tartışmış “Ananı da al git” demişti. O anayı Azrail aldı gitti, Hakk’ın rahmetine kavuştu yani. Çiftçi ise, Başbakan’ın Mersin’e gitmesinden bir gün önce, önlem gereğince güvenli bir yerde tutuluyormuş!
“Ben size iş bulmak zorunda değilim…” diyen bir Başbakan, bu ülkede peş peşe üç defa oyunu artırarak iktidar olabiliyor. Bu da işin bir başka tarafı…
Bu ülkenin seçeni de bir garip, seçileni de…
Seçen iş ve aş umudu ile seçiyor. Hâlbuki seçilenin böyle bir vaadi bile yok… Üstelik seçildikten sonra da ne var ne yok, satıyor. İktidara gelmeden önce, zaten “özelleştirme yapacağım” diye söz veriyor. Bunu seçmen hiç duymuyor. Çalıştığı kurum satıldığı için, kapı önüne koyulunca da kendini havuza atıyor.
Yahu bu adam seçilmeden önce dedi ya “Seçilirsem çalıştığın işyerini satacağım” sen de alkışladın “gel sat” dedin. Daha ne diye kendini havuza atıyorsun? Havuz yetmez, kendini denize at da belki kurtulursun.
Şimdi şu günler ülkemize patriotlar taşınıyor, seyrediyoruz. Acaba ne işe yarayacak diye bakıyoruz, başıboş vaziyette? Ne haber dinliyor, ne de gazete okuyoruz. Neler oluyor diye…
Gerçi Allah’tan okumuyor ve seyretmiyoruz, diye de düşünüyorum. Okunacak gazete ve dinlenecek bağımsız kaç kanal kaldı? Bir elin parmaklarını, az geçer. Dinleyip de olan akıllarını da mı kaybetsinler!
Yalnız Sayın Başbakan’ın ruh hali hiç iyi görünmüyor. Kendinden bir şey isteyen olursa, hemen saldırı pozisyonu alıyor. Meydanlarda adeta diken üstünde oturuyor. Karşısında sorgulayan, talepte bulunan veya beklentisi olan bir insan istemiyor. İstediği koyun sürüsü herhalde…
Ama koyunların da istekleri olur. Ben bilirim, çocukken otlatmıştım… İleriye bakmadan peş peşe, önüne bakarak yürürler. Peşine takıldıkları bir koyun olsun yeter. Yüzlerce koyundan oluşan koca sürü, o bir tane koyunun peşinde yürür. Başlarını öndekinin kuyruğuna yapıştırarak ve sağa, sola bakmadan…
Şayet öndeki koyun yolunu yitirip de bir uçurumdan atlarsa, sürü halinde arkasına, önüne bakmadan kendilerini uçurumdan birer, birer atarak yok ederler. Binlerce koyunun bu şekilde telef olduğu haberlerini, ülkemizde çokça duyarız.
Geçenlerde TRT-Türk’de izlediğim bir belgeselde, koyunlar içinde seçilen bir lider koyun, güzelce süslendikten sonra bir yarışma için çobanın peşine takılma eğitimi alıyor. Yarışma günü geldiğinde önde çoban, arkasında süslü-püslü “lider koyun” onun da arkasında sürü…
Çoban bir ırmağa dalar, ardından lider koyun da suya atlayınca sürünün tamamı ırmağa atlar ve karşıya geçer. Beni çok düşündürdü bu durum… Çok ibretler var doğrusu… Ya atladıkları yer, bir ateş çukuru olsaydı. Ya da büyük bir uçurum…
Neyse koyunu bırakıp, oyuna bakalım… Başbakan “Oy’un senin olsun” demişti. Ama biz koyuna nasıl geldik?
Ya oyuna…