Allah, Müslümanlardan Kabe’sini aldı.
Belki de Hz.İbrahim’den beri ilk defa Tavaf yapılmıyor. Cuma namazı kılınmıyor. Camiler, cemaate kapalı. Müslümanlar bırakın “üç Cuma kılmamayı”, haftalarca hatta aylarca Cuma namazı kılmıyor.
Ramazan geldi, toplu teravih yok.
Bayram gelecek, bayram namazı yok.
Kısacası manevi olarak değeri olan şeyler, bir bir elimizden gitti. Özelde camiamız genelde milletimiz ve Müslümanlar için ifade edersek, Haydar Hoca da elimizden gitti.
“Kurtuldu” demeye dilim varmıyor ama gerçekten kurtuldu. Tıpkı İmam Ali gibi kurtuldu. İmam Ali “iki yüzlü dünyadan kurtuluyorum, şükürler olsun” demişti. Baş Hoca’mız, sevdiklerine uçtu. Ama bizlere büyük bir acı bıraktı.
Bizler, bu haldeysek evlatlarını ve ailesini düşünemiyorum.
Rabbim onlara, sabırlar versin.
Zaman geçtikçe yokluğunu daha çok hissediyoruz.
Artık bülbül ötmüyor, bu bir hakikat.
O, değil 73 yaş, 173 yaş yaşasaydı ona yine doyum olmazdı. Öylesine güzel bir insanı rabbim, bizden erken aldı. Ne desek boş…
45 gün önce Tv binasında “yaşım 73 oldu” dediğinde, “yolun yarısı” dedim. Gülümsedi, “sen bana iyi ömür biçtin” dedi. “Daha bizi gömeceksiniz, dileğim ellerinizde toprağa girmek” dediğimde ise “öyle deme sizin daha yapacağınız hizmetler var” dedi.
Hizmeti bilmem ama bizim daha sürünecek günlerimiz olduğunu şimdi daha iyi anladım. Onsuz geçen, kapkaranlık, yapayalnız günler!
Artık rüyamızda göreceğiz o güzel yüzü…
Şair boşuna dememiş “rüyalarım olmasa seni görmem imkansız” diye. Halen, acı ve duygu yoğunluğu içinde oldumuğumuzdan, yazmak istediğim konudan kopuyorum, affedin!..
O, muhatap olduğu her cana, dokunur. Onunla göz teması olan, saatlerce ve hatta günlerce etkisinde kalır. O kadar diriltici bakışlara sahip ki, muhatap olan bilir. Ne bir insanı putlaştırıyoruz, ne de uluhiyet kesbediyoruz.
Şems’in kaybında Mevlana, Şems’ten haber getiren yalancılara kese kese altın verirdi. “Seni kandırıyorlar” diyenlere de, “ben Şems’ten gelen yalan habere altın veriyorum, doğru habere canımı veririm” demiş.
Bizi ancak biz anlarız.
Niyazi Mısri ne güzel demiş:
Zât-ı Hakk’da mahrem-i irfân olan anlar bizi
İlm-i sırrda bahr-ı bî-pâyân olan anlar bizi
Ârifin her bir sözünü duymaya insân gerek
Bu cihânda sanmayın hayvân olan anlar bizi
Dedik ya o her cana dokunur diye;
Öyle ki evinin asmalarına konan kuşlara bile seslenirdi, “geldiniz mi!” diye. Sanki onlarla da konuşurdu.
Sabah namazını kılıp mescitten çıktıktan sonra, evin önü avluda bir koltuğu ve masası vardı.Mutlaka asma altında otururdu. Kuşluk vaktine kadar, ayaküstü dururur muhabbet eder, meşk ederdik.
İşte o vakit sürekli orada olmayan ötüşleriyle gelişlerini fark ettiren kuşlara seslenirdi, kuşların ötüş hızı ve ötüş sesi öyle bir artardı ki, hayret edersiniz. Birgün bir tanesi değişik ötüyordu ve orada gördüğümüz türden değildi.
Başını kaldırıp baktı ve gülümsedi. Oldukça yüksekte olan kuşa “sen nerden geldin” dedi. Kuşun çoşku ile çıkardığı sese ve yaptığı dalışa şahit olmalıydınız.
Bilenler bilir, üstadın her hareketini izlemek gerekir, hiç bir davranışı boşuna olmazdı. İnsanı övmesinden tutun da, fırçalamasına kadar, hatta bazıları kendi elinde değildi diyebiliriz.
Yazın, altında oturduğu asmanın üzüm vermesiyle arılar üşüşürdü. O'nu dinlerken arılar tepemizden vızıldardı. “Benim arılar sizi sokmaz, yeter ki huylandırmayın” demişti. Nefsini teslim alan, canlıyı da teslim alır, cansızı da.
Baş Hoca, çağın Hacıbektaş’ıydı, bu böyle biline.
Sabahın erken vaktinde, o avluda, o asma altında, ne konuşmalar, ne sohbetler olmuştu. Ne çaylar içilmiş, ne yemekler yenmişti. Ne namazlar kılınmıştı. Ne zikirler, ne salatu selamlar okunmuştu.
Hatta ne espiriler olmuş, ne kahkahalar atılmıştı. Fıçalar ve ikazlar da olurdu… Gönül terbiyecisi yanında olupta, fırçadan beri olmak mümkün mü…
Keşke aramızda olsaydı, onun binlerce fırçasına razıyız. Onun attığı fırçaları bile şimdi den çok özledik.
“Kafana akıl koy!” ikazını, “oğlum sen hasta mısın!” çıkışını, hepimiz ne kadar özledik.
Evet artık bülbül ötmüyor.
Gül dolu pencerede, yalnız hatıra kaldı, bu acı gerçekle yüz yüzeyiz.
“Bırakma ellerimi
Bırakma yanlız beni
Son defa seyredeyim
O yaşlı gözlerini”
Düğünlerde bu şarkıyı mutlaka kendi okurdu. O kadar güzel bir sesi var ki dinleyenler bilir. Türk sanat müziğine bayılırdı. Evinin önünde çok şarkılar okudu bizlere.
Türkü olarak mihribanı sever, bilenlere söyletirdi. Oğlu Ali Haydar'ın güzel sesi ve sazıyla hele…
Bir türkü ezberlemiştim, söyle dediğinde mahçup olmayayım diye.
“Yolumuz gurbete düştü
Hazin hazin ağlar gönül
Araya hasretlik girdi
Dertli dertli ağlar gönül”
şimdi gerçekten dertli dertli ağlıyoruz.
Garib garip bakıyoruz..
Birgün bana “lambada titrreyen alev üşüyor” ne demek diye sordu. Bir hafta süre verdi, çöz gel dedi. Verdiğim cevap, sorduğu sorunun cevabı değildi.
Ama bir cümleme takıldı ve şöyle dedi: “Aşkın beşeri ve ilahi olanı olmaz, aşk aşktır”
Aşkımız gitti canlar.
Aşk kağıda yazılmasa da, ete kemiğe bürünmüş, bize Haydar Baş olarak görünmüştü. Ama gitti işte…O, son veliydi bunda şüphe yok. Son imamın gelişini, bu dünyadan giderek karşıladı. Yolu yolumuz, ışığı ışığmızdır.
Ciğerparesi Hüseyin, yeni siyasi Baş’ımız. 23 Nisan 2020’de İş Aş Hüseyin Baş önemi başladı, hayırlı uğurlu mübarek olsun.