Sayın Başbakan geçen hafta Şanlıurfa’daydı. Burada halka hitap etti ve açılışlarda bulundu. Toplanan kalabalığa hitap ederken, sözlerinden dikkatimi çeken önemli hususlar oldu. Bunlardan bir tanesi PKK’lılara “Silahlarınızı gömün” çağrısı…
Bu ağız Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanına ait bir ağız değil. Çünkü devlet adamlığı sorumluluğu böyle bir çağrıyı temelinden reddeder. Terörün meclisteki temsilcileri de böyle konuşuyor. Silahların susması ya da gömülmesi…
Silahlar ne susmalı ne de gömülmeli, silahıyla birlikte terörün ve teröristin devletin adaletine teslimi gerekir. Gönül ister ki Sayın Başbakan Urfa’da teröristlere “Devletin adaletine teslim olun, kurtulun yoksa yaşama şansınız yoktur” deseydi.
Tabi terörün masaya mahkûm ettiği bir iktidar bunu söyleyebilir mi? Ancak müzakere ağzı ile konuşabilir. “Silahlar sussun, silahlar gömülsün” şeklinde terörü azdıracak bir dil kullanabilirler.
Gömülen silah bir gün mutlaka, gömüldüğü yerde çıkarılır. Daha doğrusu bir gün çıkarmak üzere silah gömülür. Yoksa neden gömülsün? Ya da müzakere şartlarının yerine getirilmesinde tehdit amaçlı olarak saklanır…
Bir başka sözü ise “İmam-Hatipli elinde Molotof kokteyl’e dolaşmıyor…”
Evet, doğru söylüyor bu güne kadar hiçbir İmam-Hatipli elinde molotof kokteyllerle dolaşmadı… Terörist olmadı… Tinerci olmadı… Duymadık en azından.
Ama bu güne kadar İmam-Hatipli olmayan hiçbir Başbakan boynunda Yahudi ödülü ile dolaşmadı, Müslüman bir ülkenin rejimini devirmek için silahlı isyancıları desteklemedi, ülkesini İsrail’e kalkan yapmadı, Haçlıların safında Müslüman ile savaşmadı, tezkereye rağmen Irak’ın işgaline destek olmadı.
Yine İmam-Hatipli olmayan hiçbir Başbakan; İslam’ın kimyasını laikliği ihlal ederek devlet imkânları ile bozmadı, kelime tevhidi din dersi kitaplarından çıkarmadı, okullara Yahudiliği ve Hıristiyanlığı ders olarak sokmadı…
Yunus’un şiirlerini müfredattan çıkarmadı, dinlerarası diyalogu müfredata sokmadı, 40 bin kilise evi açmadı… Kiliselere tekbirli açılış yapmadı, Yeşilköy’e sıfırdan Kilise açmadı, dinler bahçesi adı altında dinleri birleştirerek adına mabet demedi…
Bu kadar mı? Elbette hayır…
İmam-Hatipli olmayan hiçbir Başbakan binlerce Müslüman kadının ırzına geçilen Akdamar kilisesine milyonlar harcayarak tekbirle ayine açmadı, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethinden bu yana ayini yasaklanan Sümela Manastırı’nı ayine açmadı…
Bütün bu icraatlar İmam-Hatipli bir Başbakan tarafından yapıldı… İmam-Hatipli Molotof’la ortalıkta dolaşmadı ama elinde Haç’la dolaştı…
***
Sayın Erdoğan Urfa’daki konuşmasının bir başka bölümünde ise yine şikâyette bulundu ve şöyle dedi “Bana Muhtar olamaz dediler, oysa ben Başbakan oldum…”
Yani “Başbakan olamazsın” denmemiş “Muhtar olamazsın” denmiş.
Muhtar kendini mahallesine veya köyüne adayan, onların dertlerini dert edinen kişidir. Memleketim olan Malatya’da mahalle muhtarımız “Sarı Muhtar” nerdeyse elli yıllık muhtar. Yolda gezerken gördüğü taşları, çöpleri bizzat eliyle kaldırır, gurur ve kibirden arınmış tertemiz insan.
Hacı adaylarını uğurlar, Müslüman’ın altına döşek, üstüne yorgan olurdu. Üstelik ne imam-hatipli nede liseliydi… Mahallenin delisini, çakalını hepsini tanır, sahip çıkar, asla ayrım yapmazdı. Alevi’si Sünni’si ile herkesin Sarı muhtarıydı o…
Yönetici böyle olur, İmam-Hatipli, düz liseli, örtülü, örtüsüz, dindar, kindar diye ayırmaz… Devletini sürekli halkına şikâyet etmez ve gerilim üretmez…
Başbakan oluna biliniyor ama muhtar olunamıyormuş. Hele “Sarı muhtar” hiç…