Biraz müsaade isteyeceğim!

Kıymetli okurlar, bir kitap hazırlığı içindeyim, bu yüzden yazılarıma biraz ara vermek zorunda kalabilirim. Kitap hazırlığı günlük siyaset veya dünya siyaseti üzerine olmadığı için, olaydan kopmamam gerekiyor.

 Bir süre, bu köşede olamayabilirim. Bu kitabın, yazılması lazım. Yüzlerce, belki binlerce kitap ile anlatılamayacak bir insanı, bir kitaba sığdırmak, mümkün değil.

Sıradan bir insanın biyografisini yazmak kolay ama söz konusu, görüşleri ve tezleri dünyaya mal olmuş bir insan olunca, gerçekten çok zor. Yazılacak olan, sadece bir biyografi de değil. Bilge bir insanın hayatını, biyografik roman olarak, anlatmaya çalışıyorsunuz.

1947'lerden, 2019'lara kadar Trabzon'u, Türkiye'yi ve belki kısmen dünyayı yazacaksınız. Ekonomik ve sosyal tahlilleri, mekan, yer, bölge ve insan  tasvirleri yapacaksınız. Fikir akımları, mücadeleler, ülke insanına etki eden iç ve dış faktörler…

Belgeler, kaynaklar,gerçekler…

Sosyo kültürel hayat…İman, ibadet ve ahlak… Tasavvuf, siyaset, ekonomi… Türklük, Atatürk ve vatan… Milli ve dini bütünlük… Bütün bunları, bir kitaba sığdırmak mümkün mü? İşte bütün bunları bir hayata sığdıranı, anlatmaya çalışacağım.

İşim çok zor ve farkında olmadan talip olduğum bu uğraş, epeydir hayalimdi. Çünkü gelecek nesiller, "bir metre karede yazılan tarih"i bilmeliler.

Bir insan çıkar, her şeyi değiştirir;

 Dünyayı değiştirir.

Hatta gönülleri ve kafaları değiştirir.

Fikir ve görüşleri, devrimlere neden olur. Bazı tez ve görüşleriçin belki, depremlere ve yıkılmalara sebep olur. Bir devri kapar, bir devri açar. İktisatta da olabilir, siyasette ve ülkede de… Bölgede ve hatta dünyada…

İşte bu devrimlere sebep olan hayatlar, sıradan hayatlar değiller. Onların doğumları ve yaşamları da sıradan değil. Yani, anlayacağınız, sıradan bir insanın biyografik romanı yazılmıyor. Belki de bir tarih yazılıyor, bilemiyiz.

Dünyada kaç kişinin görüşleri dünyayı etkileyebiliyor. Dünyada iktisatçı olmadığı halde, paraya yeni tanımlar getirmiş, iktisadın tanımını değiştirmiş ve olması gereken tanıma kavuşturmuş, ikinci bir insan var mı?

Sadece, iktisat görüşlerini yazmaya kalksak, ciltler dolusu eserler ortaya çıkar. "Tüketim en büyük kaynaktır" sözü, kendi başına bir devrim. İktisat görüşleri öne çıktığı için, bunlardan söz ettim.

"İnsan gönüldür" sözüne bile ciltler dolusu eserler yazılır. Onun sığabileceği tek eser, gönüldür aslında. Onu ancak gönül anlatır ama o sadece gönül adamı değil. Aksiyon ve fikir adamı… Devlet ve millet adamı… Dahası, Allah adamı…

Nereden baksanız, 100 yıllık bir fitneyi sonlandırdı. Hoş Geldin Atatürk'ten sonra Türkiye'de yeni ve gerçek bir Atatürk dönemi başladı. Ülkede  Atatürk düşmanlığını, Atatürk sevdasına dönüştürdü, baksanıza…

Bu devrim değil de, nedir. Gerçek devrim insanların kalplerini ve düşüncelerini değiştirmektir. Dünyada, iki insanın kabri en çok ziyaret edilir. Peygamberimizin kabri şerifleri ve ve torunu Atatürk'ün kabri.

Peygamber kabirini ziyaret edenler, şimdi, Atatürk'ün kabrini de ziyaret ediyorlar. Demek ki fitnenin canı çıkmış, hak yerini bulmuş. Türkiye'den en büyük devrimin, bu olduğu mutlaka anlaşılacaktır.

Atatürk düşmanı "mahalle" düşmüş ve çökmüştür. "Mahalle", kentsel dönüşüm değil ama devrimsel bir dönüşüm yaşadı. "Mahallenin" p.çlerine aldırış etmeyin!

Neyse, kıymetli dostlar!

Ben size, arada, kitaptan yazarım belki…

Şimdilik, az müsade… 

Döndüğümde, telafi ederim!

Son bir şey:

Geceleri ruhum, Trabzon’un sokaklarında dolaşıyor, 1945’lerde geziyor. Kısa ve uzun kollu keten gömlekli insanlar görüyorum. Poturlu, şalvarlı, mintanlı, fesli, şapkalı adamlarla karşılaşıyorum. Kimilerinin ayaklarında potin var, kimilerinin çarık veya kara lastik…

Ruhum, Kemeraltı’nı çok sevdi. ‘Bir metre karelik dükkan’dan hiç çıkmıyor. İncik, boncuklar içinde Çarıkçı Rasim dedenin oğlu, Hasan Aga var. Dükkana “Kuş Mustafa” adında, garip bir adam geldi. Ben uzaktan izledim, bir elmayı ikiye bölüp, Hasan Aga’ya uzattı. 

Sonra bir ayna istedi ve aynaya baktı. “Gel…” der gibi bir şeyler mırıldandı ve gitti.

Konuşmalar  tarihi gelişmelere gebeydi sanki… İçime öyle doğdu nedense… “Kuş Mustafa”, kendine gelen bir postayı iletir tavırdaydı. Halinden, vaziyetinden, bunu anladım. Ama oldukça  nurani, mütebessim ve  birazda celalliydi.

Biraz müsaade isteyeceğim!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön