Prof. Dr. Haydar Baş, yıllarca tezlerini dile getirdi. Kimi zaman televizyon ekranlarında, kimi zaman meydanlarda, kimi zaman da üniversite kürsülerinde… Her defasında aynı inançla, aynı kararlılıkla konuştu. Çünkü onun ortaya koyduğu model, yalnızca akademik bir kuram değil, bir direnişin, bir uyanışın adıydı.
Bazı iktisatçılar, onun söylediklerini ilk anda kavrayamadılar. Kavrayanlar ise ürktüler. Çünkü bu yeni model, yalnızca ezberleri değil, çıkarları da bozuyordu. “Bu sistemi kabul edersek, bütün ekonomik yapılanmayı yeniden inşa etmemiz gerekir,” diyorlardı. Çünkü ortada bir tez değil, bir devrim vardı. Devrimleri alkışlamak, cesaret gerektiriyordu, bu ancak bazı kimselere nasip olacaktı.
Haydar Baş, ekonomik kurtuluşun savaşını başlatmıştı. Bu savaşta kurşun yerine fikir, tüfek yerine tez vardı. Silah milli paraydı, mermisi ise milletin kaynaklarıydı. Mustafa Kemal’in başlattığı askerî kurtuluş savaşı nasıl bu topraklara bağımsızlığı getirdiyse, Haydar Baş da aynı topraklarda ekonomik bağımsızlık mücadelesini başlatıyordu.
Devletin kasası boş olduğunda halk çaresizliğe terk edilir. Oysa Haydar Baş, “Bu milletin parası da kaynağı da var,” diyordu. Ona göre ekonomi sadece rakamlar değil; insandı, milletti, vatandı. “Kaynak nerede?” diye soranlara cevabı hazırdı: “Toprakta, suda, madenlerde, millettedir!”
Milletin cebine girmeyen para, devletin kasasında ne işe yarar? Fakirin sofrasına konmayan ekmek, kim için üretilir? İşte bu sorulara cevap arayan değil, cevap sunan bir liderdi Haydar Baş. Sosyal devlet ilkesini sadece anayasa maddesi olarak görmedi; o ilkeyi hayata geçirmek için “Milli Ekonomi Modeli”ni yazdı.
Bu model, hem üreticiyi hem de tüketiciyi koruyan adaletli bir sistemi öngörüyordu. Ne sermayeyi düşman gördü ne de halkı bir yük. Herkesin hakkını gözeten bir denge kurdu. Çünkü o, hakkı gözetmeyi iman bilen bir insandı.
Kapitalizmin “sınırsız ihtiyaçlar – kıt kaynaklar” yalanını yerle bir etti. Çünkü insanın gerçek ihtiyacı sınırlıydı, kaynaklar ise millet için yeterliydi. Malthus’un “nüfus artışı kaynakları tüketir” tezine karşı, “Milletin artması, bereketin artmasıdır,” dedi. Keynes’in tüketimi önceleyen modeline karşı, üretimi esas alan, istihdamı öne çıkaran bir sistem geliştirdi.
Ve bu model, sadece bir fikir olarak kalmadı. Rusya’dan Almanya’ya, İtalya’dan Çin’e kadar pek çok ülkede akademik çevrelerde kabul gördü. Üniversitelerde okutuldu, tezlere konu oldu. Ancak ne acıdır ki, kendi vatanında hâlâ yeterince tanınmadı.
Haydar Baş buna da kırılmadı. Çünkü onun davası şahsi değildi. Onun mücadelesi nefsi değil, millî bir mücadeleydi. Ekonomi onun için bir araçtı; amaç ise bağımsızlıktı. Üstelik sadece siyasî değil, ekonomik, kültürel ve mânevî bağımsızlık…