Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Hakikate Adanmış Hayat” eseri, gelecek nesiller için yazıldı. Haydar Baş’ı tanıyanların gönlüne, tanımak isteyenlerin zihnine, unutanların da vicdanına yazıldı. Bu kitap öylesine derin bir hava oluşturdu ki, 14 Nisan 2020’den bu yana ilk defa Haydar Baş gerçeği, aşk ve gözyaşıyla yeniden yaşandı.
Bu eser, Haydar Hoca’nın kendi emriyle başladı. Vefatından aylar önce bana, “Hayatımı yaz” dedi. Hatıralarını dinleyerek, çocukluğunda yürüdüğü yolları, okuduğu okulları, dolaştığı yaylaları bizzat gezdirtti ve ben notlar aldım. Bir tanesine Hüseyin Zengin ağabeyim eşlik etti. Bir tanesinde ise bizzat kendileri bulundu ve lütfettiler. Ahmet Hamza kardeşim de şoförlük yaptı.
Hayatta iken yazmaya başladığım bir hayat, vuslatından sonra bambaşka bir anlam kazandı. Çünkü yaşayan bir Haydar Baş’ı yazmak ile artık bedenen aramızda olmayan bir Haydar Baş’ı yazmak aynı değildir. Bu yüzden notlarımı yeniden ele aldım. Amaç belliydi: Gelecek nesillere fikrî bir miras bırakmak.
O halde bu eser, basit düşüncelerle ele alınacak bir kitap değildir. Ön yargılar kenara bırakılmalı, amacı anlaşılmalı, her şeyden önemlisi Haydar Baş’ın hatırasına ve emrine saygı duyulmalıdır. Unutmayın: Bu eser, bana değil, yazdırana bakılarak değerlendirilmelidir. Eğer Haydar Baş’a sevgi ve saygınız varsa, lütfen bunu muhafaza ederek konuşun.
Ama ne yazık ki kitabı almadan, görmeden, bir tek sayfasını çevirmeden; “içinde BTP yok, içinde Haydar Baş yok” gibi akıl dışı iddialar savuranlar var. Bunlar asılsızdır, iftiradır. Korkmayın, açın okuyun. Kitap okumaktan kimseye zarar gelmez. Beğenmezseniz hodri meydan: Siz de yazın!
Bana “Haydar Hoca yaz” dedi. Sizlere de ben diyorum, hadi yazın. Yazamazsınız. Bu öyle ben de oturayım bir Haydar Baş kitabı yazayım demekle yazılmaz. İsteyen deneyebilir, yazdığı da Haydar Baş olmaz. Bana yaz demeseydi, vallahi yazmazdım, billahi yazmazdım. Neden gireyim o sorumluluğa ki… Yazdığım bakkal Ahmet değil. Ayrıca “Oğlum, bu kitabı sen yazmazsan kimse yazamaz” dedi. Ben bu söze güveniyorum. Yoksa kimseye kendimi pazarlamak ya da beğendirmek gibi bir niyetim yok. Buna ihtiyacım da yok.
Ben bir yol açmıyor, bir ekol veya hizip içinde değilim. Matematik hocasıyım; ne topluluklara hocalık, ne de parti kurma iddiam var. Rahat olun, sahte hocalığı siz yapın, politikayı da. Parti sizin, camia sizin, kurumlar sizin… Elinizde her şey var. İstediğinizi yapıyorsunuz, bizlerde izliyoruz.
Ama hepimizin, istisnasız hepimizin Haydar Baş’ın yoluna, düşüncesine, duruşuna ihtiyacı var. Hiç kimse kimsenin amiri, efendisi değildir. Hepimiz kardeşiz. Bir kardeşin kardeşe düşen tek vazifesi, kardeşliktir. Ama siz, kardeşlik değil; dışlama, tehdit ve iftira üzerine bir düzen kurmaya çalıştınız, hala devam ediyorsunuz.
Bugün bazıları ev ev dolaşıp “Hakikate Adanmış Hayat”ı almayın diyor. Bu kadar sığ düşünce olabilir mi? Kendi birkaç arkadaşını idare edemeyenler, Türkiye’yi idare etme iddiasındalar. İnsanları “kiminle çay içtin, kiminle yemek yedin” diye fişleyenler, kendilerini Haydar Baş’ın mirasçısı sayıyor. Böyle dar kalıpta kaynamayın, taşarsınız. Kendinize değil, hepimize yazık ediyorsunuz.
Haydar Baş’ın engin ilmine, büyük davasına ve aşkına talip olalım. Ona değil sadece Türkiye’nin, bütün dünyanın ihtiyacı var. Siz ise onun görüşlerini yaymak yerine, yayanlara saldırıyorsunuz. Onu hatırlatana düşmanlık ediyorsunuz. Unutturduk zannederken yeniden ortaya çıkması sizi hep rahatsız ediyor. Belki de bu Haydar Baş’ın himmetidir. Bunu hiç düşündünüz mü?
Soruyorum size: Haydar Baş hayatta iken siz bu yayınları yapabilir miydiniz? Bu politikaları yürütebilir miydiniz? Bu davranışlara girebilir miydiniz? Cevabı biliyorsunuz.
Beş yıl geçti. Bir kere bile kabrinde anlamlı bir merasim düzenlemediniz. Hatta kabrine gitmesinler diye salonlarda tiyatro oynadınız. Gidenlere hesap sordunuz. Peki, şimdi hangi yüzle Haydar Baş’tan bahsediyorsunuz?
Haydar Baş’ın siyaseti sizi rahatsız ediyor. Çizgisi sizi rahatsız ediyor. İnsanların onun için gözyaşı dökmesi sizi rahatsız ediyor. Ama ne yaparsanız yapın, bu eser onun hakikatini yeniden diriltti.
Son sözüm şudur: Bu kitaba çarpan, Titanic gibi batar. Çünkü bu eserin benimle ilgisi yoktur. Ben sadece onun kalemini tutan bir hizmetçiyim. Kalemi tutan eli gören görür. Görmeyen ise kendi karanlığına gömülüp gider.
