Winston Churchill misyonerler toplantısına katılıyor ve eline Kur’an’ı alarak havaya kaldırıyor. Sonra diyor ki, “bizim Türkleri gerçek manada yenmemiz ve savaş azmini yok etmemiz için, işte bunu onların ellerinden almalıyız. Ölürsek şehit, kalırsak gazi oluruz inancı onların gönüllerinde olduğu sürece Türklerle baş etmek imkânsız…”
İngiliz misyonerleri ellerimizde Kuran’ı alamadılar ama yetiştirdikleri ajanlarla kalbimizde imanı aldılar. Kur’an her evin duvarında, yüksekçe bir yerde asılı vaziyette duruyor. Ama Kuran’ın içindekiler yerli ajanlar tarafından Müslümanların kalplerinden, zihinlerinden ve inançlarında bir bir sökülüyor…
Bu ajanlar sayesinde insanımızın bir kısmı artık sadece İslam’ın hak din olduğuna inanmıyor. Yahudi ve Hıristiyanlığın da hak din olduğuna inanıyorlar. Çünkü hoca efendileri(!) onlara “Üç hak din vardır” ve “iman ehli olmak için Muhammedi kabul de şart değil…”demiş.
Başka… “Yahudi ve Hıristiyanları kötüleyen ayetler de günümüzde geçersizdir!” diyerek bu ün ayetlerin bir kısmının uygulanır olmadığını iddia etmiş.
İşte tüm bu “uyarlanmış” inanca sahip olanlar, kendilerini Müslüman zannedebilirler. Oysa bu düşüncelerden sadece birine sahip olan İslam’a göre kâfir olur. Bunu ben söylemiyorum Allah söylüyor…
Yine bunlara göre “vatan sevgisi bir zaafmış…” Hele vatan sevgisinin imandan olduğu gerçeği ise safsata… Dünya vatandaşlığına inanmaktalar! Sınırların gereksiz bunun için savaşın da artık anlamsız olduğunu savunmaktalar.
Madem öyle sormak lazım, neden kucağında oturduğunuz efendilerinize “İslam dünyasının haritalarını değiştirmek anlamsız” demiyor da, değişmesi için ötüp duruyorsunuz?
Neden Türkiye haritasını değiştirme uğruna ülkemizde kırk yıldır kan akıtan, örgütle barışmanın hayır olduğunu söylüyorsunuz?
Üstelik “İman için peygambere gerek yoktur” diyerek inkâr ettiğiniz Peygamberi bile, Hudeybiye anlaşmasına atıfta bulunarak ülkesinin bölünmesi sürecine malzeme yapıyorsunuz.
“Sadece Müslümanların kardeş olduğu gerçeği” duvara asılı Kuran’a hapsedildiği için kardeşliğin ölçüsünü küresel projeler belirlemiştir. Bunlara göre Esat kalleş…
Taraftarları öldürüldükten sonra çocuklara boğazlatılabilir, on dört yaşından büyük kızlarına tecavüz edilebilir…
Kardeşliğin ve kalleşliğin ölçüsü Büyük Ortadoğu Projesi… Dinde kardeşlik yerini, “aynı yolda beraber yürüme” kardeşliği almıştır.
Boşuna “aynı yoldan geçmişiz biz/aynı sudan içmişiz biz” türküleri çalınmamıştı. Ya da “Beraber yürüdük biz bu yollarda/beraber ıslandık yağan yağmurda…”
Bu proje içerisinde olanlar kardeş, karşısında olanlar kalleş… Mesela artık PKK da korunması gereken kardeşlerden oldu! … Hatta öldürülmesi ve operasyon yapılması da eş başkan tarafından yasaklandı! …
Günümüzde Churchill olsaydı çocuklarıyla gurur duyardı.
Kanal kanal geziyorlar “süreç” zarar görmesin diye… Ne süreci?
Churchill’in tamamlamasına ömrünün yetmediği bölünme ve parçalanma süreci… Sevr süreci…
Geçenlerde Churchill’in çocuklarından “arıza” kod adlı biri, ekranda konuşuyor:
Türkiye cumhuriyeti devletine askerlik yapmanın caiz olmadığını ve vicdani reddin bir hak olduğunu iddia ediyor.
Eskiden Yahova Şahitlerinin savunduğunu şimdi sakallı “Bay Arıza” dile getiriyor.
Yine bu ajanın; PKK tarafından öldürülmüş askerlerin şehit olmayacağını iddia etmesi ise, Churchill’in hedeflerinin bir bir gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Churchill ismini ilk defa çocukken duymuştum… Köyümüzde bir köpeğin adıydı. Sayın Başbakan “Arap ismini köpeklere koymuşlar” demişti ya… Bizim köyde Churchill ismini köpeğe koymuşlardı ama Köpeğe Arap dendiğini hiç duymamıştım… Demek köylere göre değişiyor!
Bizim köy asırlardır Müslüman Türk köyü olduğundan köpeğe asla Müslüman ismi koymazlar…
Hazır köpek konusuna girmişken, son günlerde boynunda İngiliz Kraliyet tasması olan birileri “havvv, havv…” diyormuş.
Neden, hava çok mu bulutlu?
Yoksa Churchill’in çocukları mı, çok umutlu?