"Demokrasi yurtaşın hak arama özgürlüğünü etkin kullanabilmesidir. Adalet, ekmek gibi su gibi gereklidir. Bizim ülkemizde insanlar ekmek istiyor, su istiyor, iş istiyor, aş istiyor ama adalet istemiyor, bunu değiştirmemiz gerekiyor.
İster sağcı olun, ister solcu olun ama yargı bağımsızlığı konusunda hiç bir gerekçeniz olmamalı. İdeolojinizin sizi götürdüğü yerde, hukuk devletini savunun.
Yargı bağımsızlığı; insanca ve onurlu yaşamaktır, hukuk güvenliği demektir. Yargı bağımsızlığı sabahın altısında kapınız çalındığında, gelenin sütçü olması demektir. ‘Yargı, cumhuriyetin onurudur.’
Bu ülkeyi kuranlar, kurtuluş mücadelesi verenler, verdikleri mücadelenin adına 'Mudafaa-i Hukuk' dediler. Avukatlar bu mücadelenin tarafı demektir…"
Kıymetli dostlar, bu sözler İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu'na ait. Pazartesi saat 17'de, oğlum Musa Haydar'ın, avukatlık yemin törenine katıldım. Orada kendilerini dinledim.
Tam da, hukuk kılıfı giydirilmiş, siyasi bir "kumpas"a maruz kalmamızın ertesinde, Sayın Başkanı dinlemem, beni salona adeta çiviledi. Her cümlesinde titredim desem, yeridir. Adaletin, aslında ekmek ve sudan bile önce geldiğini anladım. Çünkü ekmek ve su bile adalet ile gelmeli…
Savcılar, avukatlar, hakimler, hepsi adaletin gerçekleşmesi için uğraş verirler. Savcı iddia eder, avukat savunur, hakim karar verir. Hepsinin görevleri bellidir. Hepsinin görevlerinde, bir sınır vardır.
Hakim, savcının görevine soyunursa veya savcı hakimin görev alanına giriyorsa, hukuk minderinin dışına çıkılır.
Baro Eski Başkanı Ümit Hoca ne demişti: "Boks bile minderde, hakemle yapılır. Güreşte bir minderde yapılır. Biz hukukçuların minderi bellidir. CMK bu minderi belirlemiş."
Bir mahkeme, savcının iddia etmediği bir konuda ceza veriyorsa eğer, o zaman savcıya ne gerek var. İddia makamı ne derse desin, hakim istediği bir “suçtan” ceza versin!
Mesela savcılık rüşvetten iddianame hazırlasın fakat mahkeme gasptan ceza versin. Olur mu böyle bir şey? Türkiye'de oluyor işte. "Yargı bağımsızlığının hiç bir gerekçesi olamaz" sözü, ne kadar yerinde.
"Hangi görüşten olursanız olun, geldiğiniz yerde, yargı bağımsızlığını savunun" diyen Sayın Durakoğlu, kanayan bir yaradan söz ediyor. Yara alan hukuktan ve sürekli kan kaybeden adaletten bahsediyor.
Prof. Dr. Haydar Baş, Bağımsız Türkiye Partisi'nin Genel Başkanı. Pazar günü, 7. Olağan Kongre’sini yaptı. Sayın Baş, yine genel başkan seçildi. Onun, Bağımsız Türkiye ve Müdaafa i Hukuk mücadelesinden rahatsız olanlar, "mahkeme" kılıfı ile susturmaya çalıştılar.
Daha önce de, “terör ihbarı aldık” kumpasıyla, neredeyse ölümden döndü. Hatta evinin önünde, “otopark” gibi çok basit bir konuda kavga çıkartılmış, yakınları bıçaklanmıştı. “Sizi bir olaya çekmek istiyorlar” ikazı ile Baş Hoca, toplanan kalabalığı sakinleştirmişti.
Bu gelişmelerin hiç biri, diğerinden ayrı düşünülemez.
Alacağını talep ettiği için, önce "sanık" yapıldı, sonra da, "mahkum" edildi. Üstelik müştekinin ve savcının iddia etmediği bir konuda… İddia edilen "yağma suçundan" berat eden Baş Hoca, iddia edilmeyen başka bir konunda "suçlu" bulundu.
“Hüküm ancak suça ilişkin ve fail hakkında verilir”, hukuk prensibi, ters yüz edildi. Dünya hukuk tarihinde, görülmüş şey değil. 2 yılın üstünden, 5 yılın altında ceza vermek, Yargıtay yolunu kapatıp, “siyasi yasak” koymak için verilmiş, “talimatlı” bir karardır.
Bunun anlamı şu:
"Yağma suçu" yok madem, bende seni başka bir şeyden mahkum ederim!
Sen misin, 'Hoş Geldin Atatürk'ü yazan!
Sen misin, siyasetini "kaynaklar" üzerine bina eden!
Sen misin, "Aleviler Türkleri Müslüman yaptı" diyen!
Sen misin, "milli paralarla ticaret"i icat eden!
Sen misin, dolara "dolaşım" darbesi indiren!
Sen misin, Şii-Sünni savaşını, durdurmak için, Ehl-i Beyt eserleri yazan!
İşte, alırsın böyle cezalar!
Hiç ilgin olmayan bir olayın, tam ortasına çekilirsin!
Alacaklı iken suçlu çıkarılırsın!
Yargı bağımsızlığına hiç bir şey, gerekçe olamaz.
Haydar Baş konusunda hukuksuzluğa alet olanları, buradan uyarıyorum: Dün, Sayın Haydar Baş'a davalar açan, iş yerlerine trilyonluk cezalar kestirten Pensilvanya "evliyası", bugün "vatansız" durumda.
Bu hukuksuzluk ve adaletsizlik, kulların gözünden kaçar ama Allah'ın nazarından kaçmaz. "Evliya" iken bir gecede, "eşkiya" olursunuz.
"Hocaefendi!" iken, "FETÖ" olursunuz!
Allah, belanızı verir!
Sadece Allah'a da kalmaz, haberiniz olsun!
Bu ülke, Türklerin.
Eninde sonunda Türkler, CIA artıklarına hukuk içinde hesap sorar.
Baro'da, "adalet" diye ney gibi inleyen bir hukuk adamını dinlerken, yargı bağımsızlığının bu ülkede sağlanacağına, tekrar inandım. Ülkede ‘adalet’ ney gibi inlese de, “yargıya talimat" dönemi, eninde sonunda bitecek.