Kitabı Yazdıran Okutur

Hocamın hatıralarını anlattığı günlerde, Haçkalı Baba konu olunca ister istemez nasıl bir insan olduğunu düşünmeye, araştırmaya başlamıştım. Hocamla tekrar buluştuğumda,
“Haçkalı Baba nasıl bir insandı?” dedim ve “fiziken?” diye de ekledim.

Meğer Haçkalı Baba, hocam iki yaşındayken vefat etmiş. Bunu bilmiyordum.

“Neden sordun?” dedi.
“Efendim, kitap için araştırırken yüzü gözümün önüne geliyor, doğru mu diye sizden öğrenmek istedim” deyince gülümsedi, sevindi:
“Oğlum, doğru görüyorsun. Onun tasarrufu devam ediyor. Karşına gelip dikilir, sana ‘Buyur, beni mi sordun?’ der. Bir daha gelirse, çekinme, konuş.”

Bunu neden anlattım?

Hakikate Adanmış Hayat kitabını okuyan arkadaşlar, attıkları mesajlarla duygularını ifade ediyor:
“Hocamla sohbet ediyorum sandım. Sanki hocam konuşuyordu.”
Hepsi doğru. Arifler, anıldıkları yerde hazır olurlar. Ruhları gelip sarar sizi. Gelip karşınıza dikilirler, “Buyur evladım” derler.

1949 yılında vefat etmiş bir insan için, “Bir daha gelirse konuş onunla” sözü boşuna söylenmez.

Ben konuşamadım ama gönül sahipleri konuşabilir. Ben de o kadar gönül yok. İletişim hattım o kadar güçlü değil. Ayrıca benim gönül sultanım dururken, kimseyle gönül eylemem söz konusu bile olamaz.

“Evliyaya eğri bakma, kevn ü mekân elindedir” demiş âşık. Bütün mesele doğru bakmakta, gönül gözüyle bakmakta…

Neyse…

Eskişehir’den bir kardeşimin yazdığı şu mesaja bakın:

“Yusuf hocam, kitabı yazdığınız için size çok teşekkür ederim. Büyük bir hizmet olmuş. Kitabı elinize alınca bir girdap gibi sizi içine çekiyor. Bir bakmışsınız hocamın yanında sohbet ediyorsunuz, bir bakmışsınız Haydar hocamla yaşadığınız anılar canlanmış, hep yanınızda… İnşallah bir gün Atatürk senaryosu da nasip olur, kaleminize…”

“Kitap başından sonuna mesajlarla dolu” diye söze başlayan bir arkadaşımız ise şöyle devam ediyor:

“Kitabın kapağında hocamın imzasının olması çok anlamlı. Kitap, her anlamda hocamın imzasını taşıyor. Hocam istedi, hocam yazdırdı. Ama en önemlisi, neden imzalamadınız diye sorduğumda verdiğiniz ‘Kitapta hocamın imzası var, bu yetmez mi?’ cevabı beni çok düşündürdü. ‘Hocamın imzasının olduğu yerde imza atmak içimden gelmedi’ sözünüz, çok büyük bir incelik. Ayrıca kitapların arka kapakları yazar hakkında bilgi verir; burası da hocama ayrılmış. Yazar adeta yok hükmünde. İsminizi küçük ve silik halde koymanız, anlayan herkes için tasavvufi bir mana ifade ediyor.”

İzmir’de bir dostumun, tıp son sınıfta okuyan evladı ise beni son derece etkileyen şunları söyledi:

“Büyük insanların hayatları genelde öldükten sonra yazılır. Çünkü ölmeden zaten insanlar, onunla beraber, neden hayatını yazdırsın? Belli ki hocam ölümünden kısa bir süre önce, hayatını kaleme aldırmak istemiş ve size bu görevi vermiş. Hiç şüphe yok ki, bu kitabı yani hayatını bizler için yazdırdı. İşin hikmetini anlamak gerekirken, fitnesine kafa yoranları anlamakta güçlük çekiyorum. Ortada güzel bir eser var; sahibini tebrik ve teşekkür etmek gerekir. Haset etmeye de gerek yok, başka yerlere çekmeye de gerek yok.”

Sizden gelenlere yer vermeye devam edeceğim.

Ancak son olarak şunu söylemek isterim:
Odamızdaki lambanın düğmesine bilerek bassak da yanar, bilmeyerek bassak da… Bu, hocamın sıkça örnek verdiği bir şeydi. Gönlünüzdeki arif insan düğmesine, bir kitabın sayfaları ile bastıysak, ne mutlu bize.

Kalbinizde olmazsa, Keban santralini getirseniz boş… Lambalar yanmaz. Nisan yağmuru, yılanı ancak kör eder.

Yazana bakma, yazdırana bak diyorum; anlamıyor kot kafa! Yazdıranın hatırı, yazdıranın sevgisi kalmamış ki… Hocam kalkıp gelse, “Niye geldi?” diyecek tipleri biliyorum. Adam aynı şehirde kabrine gitmiyor. Afrika’dan geliyor, kabrinde Kur’an okuyor, Trabzon’daki hikâyeyi okuyor. Hocam istemiyor onları, zorlamaya gerek yok.

Bu kitabı da hocamın istemediği alamaz. Yazdıran, istediğine okutturur. O sebeple, kimseye “Kitap al” demiyorum. Niye diyeceğim ki…

Kalbinde o ışık, kalbinde o istek olmayan alamaz. Haydar Hoca, hayatını istediği insanlara okutur. O insana da hocam gelir.

Bu kadar basit…

Kitabı Yazdıran Okutur
Başa dön