Gülen ile atışmamız vatan için, devlet ve millet içindi.
Yıl 1998…
“Papa’ya mektup” vererek, “Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olarak, huzurunuzdayız” denilmiş. Hristiyanlığın üçüncü bin yılının arefesinde, Allah’ın “tek hak dini İslam”, “üç büyük din” salatasına malzeme yapılmıştı.
Türkiye’de, Diyanet sessiz.
Hocalar, mersedesli şıhlar, vakıflar, sessiz.
Oysa, bunlar İslam’a “hizmet” ediyorlardı!
Bunun için “bağış” topluyor, kurs açıyor, vakıf kurup, yurt açıyorlar.
Devlet, gelişmeler karşısında sessiz. Hatta Cumhurbaşkanı Demirel’in de Papa’yı Türkiye’ye davet mektubu, salya sümük eliyle Jhon Paul’e ulaştırılmıştı.
Ülkede bir tek insan, kendini yeyip bitiriyor. “Koyunlarında Haç çıktı” diye fevaran ediyor. Kimi, kimleri uyarsak diye kendini parçalıyordu. Bir anda, “Diyalog” fitnesi içine halk çekiliyor. Devlet çekiliyor. Hükümet, siyaset ve basın çekiliyor.
Herkes Gülen’in Papa ile buluşmasını, ballandıra ballandıra anlatıyor. Oysa Türkiye Haçlı’ya peşkeş çekiliyordu. Haçlı seferleriyle alamadıklarını salya-sümük efendi ile alıyorlardı. Ne kadar da kolaymış!.
“Dinlerarası Diyalog, Hoşgörü, İbrahimi Dinler, Üç Büyük Din” diyerek ortaya karışık salataya tuz alıp koşuluyordu, ülkenin bütün hıyarları. Bir tek kişi “durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” dedi.
O bir adam vefat edince,“FETÖ’ye karşı ilk mücadele veren, bu uğurda bedeller ödeyen yalnız Haydar Hoca’ydı” denildi. Azda olsa, bir hak teslimi yapmak için, ölmesi gerekmiyordu. Fakat bu bile rahatsızlık verdi.
Oysa o zamanlar, “iki cemaat kapışması” demişlerdi. Baş Hoca’nın “vatan müdaafası” verdiği, 15 Temmuz’dan sonra anlaşıldı. Tepemize bombalar yağınca…
Şimdi ki kapışmamızı da kimse böyle görmesin!
Gülen, Nursi gibi Halidi, yolunun yolcusudur. Erbakan da Halidi’dir. “Üzeyir bana hocamın hediyesi” dediği hocası, Küçük Hüseyin Efendi’dir, o da Halidi’dir.
Buaraya şimdilik bir nokta koyalım.
Neymiş efendim, Haydar Hoca siyasete Erbakan’la girmişmiş!
“Hayatımın hatası” diye, ölünceye kadar anlattığı konuyu çok iyi biliyorum. Hayatını kaleme aldığım için, belki on defa dinledim, kendisinden ve eski dostlarından:
“Trabzon’da, herkes tarafından sevilen bir öğretmendim. Zaten adım talebeyken duyulmuştu. Düşünce klubü başkanıydım. Yaşar Nuri Öztürk, o zamandan benimleydi. Düşünün lise talebesiyim, valiye takdim edildim.
Vali odasında, bizlere ikramlarda bulundu…
İlahiyat(Yüksek İslam Enstitüsü) okuyup gelince, “Haydar Hoca” diye anılıyordum. Camilerde vaaz ederdim. Ramazan ayında, merkez büyük camiler, beni paylaşamazlardı.
Sadece Trabzon’un değil, Türkiye’nin ünlü Kurrra Hafız Ali Haydar Hoca, mutlaka benim olduğum camiye gelirdi. O namaz kıldırdığı vakit, namaz uzun sürerdi. Büyük hocaydı, Allah rahmetini bol eylesin.
Trabzon lisesinde, valinin çocuğu öğrencim. Garnizon komutanının evladı öğrencim. Öyle ki, öğrencilerimin velileriyle de sohbet ederdim. Mesleğimi çok sever, çok emek verirdim. Dünyaya bir daha gelsem, yine eğitimci olmak isterim.
Beni o zamanlar, sağcı da çok severdi, solcu da… Hatta ezan okuduğunda solcu camiye giderdi ama sağcı gitmezdi. O vakit anladım, bu sağ-sol işi büyük bir oyundu.
Duvarlara birgün sağcılar bir şeyler yazardı, gece yanıma bir arkadaş alarak onları silerdim. Diğer gün solcular bir şeyler yazardı, aynı arkadaşla silerdim. Neden yapardım? Kardeşlik bozulmasın,fitne çıkmasın.
Çok canlar yaktılar oğlum!
“Solcu-dinsiz” diye vurdukları, namazında niyazında insanlar vardı. Bunun ızdırabını o kadar yaşadım ki, yarabbi sen bana, bu milleti, yeniden kardeş yapma fırsatı ver dedim.
Neyse…
Bir gece, kapı çalındı, üç arkadaş çıkıp geldi. ‘Hocam sen, birinci sıra adayımızsın vekil yapacağız’ dediler. Ben bunu istemediğimi ne kadar söylediysem de, beni ikna ettiler. Büyüklerimi dinlemedim. Babam, ‘oğlum, senin anlattıklarını yapacak yüz yok bu adamda’ dedi ama dinlemedim.
Hayatımın hatasını yapacağım ya!
Sonra 12 Eylül oldu. Beni içeri aldılar. Solcular, sağcılar biraradayız. Birbirlerini yiyecekler. Sonunda solcular Haydar Hoca’yı başkan seçiyoruz dedi, sağcılarda kabul etti. Solcu arkadaşlarla namaz kıldık, ilahiler okuduk. Dağ başını duman almış’ı okuduk.
Biz bir milletiz, kardeşiz. Ama hainler var, ayıranlar var. Bu ayrılıkta, kazananlar var. Hapisten çıkınca kendime bağımsız dosdoğru bir yol edindim. “Şeriati getireceğiz” diyenlerle yolumu ayırdım. Zaten beni işimden ettiler.
Mesleğimden ayırdılar.
Onları tanımak için Allah, beni öyle bir kulvara soktu belki de… Onları benim kadar tanımazsınız. “Allah bir” dediklerine, Allah bir olduğu için inanın!..”
Kıymetli dostlar!
Gülen ve misyonu Dinlerarası Diyalog konusunda uyarmak için 1999 ya da 2000 yılında, Erbakan’a bir ekip gönderdi liderimiz Prof.Dr. Haydar Baş. O, arkadaşlarımıza “ABD’nin ne kadar güçlü olduğu” hikayesini anlattı.
“Diyalog adı altında teşklilatınız papazlarla olunuyor. Gülen teşkailatlarınızı elegeçirmiş” diyen ekibimize, “Sizler de Atatürk’le birlikte oluyorsunuz” diye savunma yapmıştı.
Bakın bugün halen, Avrupa’daki camilerinde “diyalog” toplantıları yapılıyor. Gurbetçilere papazlar, bunların camilerinde “ayin” yapıyorlar.
Erbakan’ın en büyük eseri, AKP iktidarıdır.
Gülen-Üzeyir Garih-Erbakan üçlüsünün “derin” dostluğun sırrı çözülmeden, Türkiye’de yaşanan hiç bir şeyi, gerçek boyutlarıyla göremezsiniz.
Kim haktan, kim batıldan yana, öldükten sonra da, bütün çıplaklığıyla belli olur. Papazları değil, Atatürk’ü seviyoruz. Muaviye’yi değil, Ali’yi ve evlatlarını seviyoruz. Bize “Şii-Kemalist” diyenler, kimleri sevdiklerine baksınlar.