Prof. Dr. Haydar Baş’ın vefatından sonra, Rıza Zelyut tarafından, 15 Nisan 2020 tarihinde kaleme alınmış bu yazı, Yurt Gazetesi’nde yayımlanmıştı. Tarikat değerlendirmesine katılmasak da, önemli tespitler olduğunu düşünüyorum.
Dışarıdan gözlerin gördüklerini bizler göremedik ve hâlâ da görmemekte ısrar ediyoruz.
Bu yazıyı okuduktan sonra ellerinizi vicdanınıza koyun ve şu soruyu kendinize sorun:
Biz ne yapıyoruz ve kimin yolunda yürüyoruz?
Vicdansızlar okumasınlar!
Haydar Baş’ın Halidîlerle Savaşı
Haberlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o başsağlığı mesajını duyunca şaşırdım.
Haydar Baş ölmüş, Erdoğan da üzüntülerini bildiriyordu.
Buruk buruk güldüm…
“Millî tarikat” çizgisindeki son cemaati de yok etmeye yönelik son operasyon acaba kimin iktidarında yapılmıştı?
Haydar Baş’a hapis cezası ve yurt dışına çıkış yasağı ne zaman verilmişti?
Tarikatlar, Orta Çağ kurumlarıdır. Resmî dinin yanında farklı bir çizgiyi temsil ederler.
Önemli bir bölümü iktidarı desteklemek için oluşturulmuştur.
Bir kısmı ise “halk dini” diyebileceğimiz, daha adaletli bir sistemi savunmuştur.
İşte bu sonuncular, millî özellikleri olan tarikatlardır.
Tarihimizde Mevlevilik, Bektaşilik, Bayramilik, Hamzavilik gibi yapılanmalar bu çizgidedir.
Unutmayalım ki dinlerin kendileri de, onlardan türeyen tarikatlar da özünde siyasî yapılmalardır.
-
yüzyılda katı Sünnî–mezhepçi Halidîlik ortaya çıkınca, II. Mahmut zamanında millî tarikatlar düşman ilan edilip ezildi.
Meydan, bu gerici yapılanmaya bırakıldı.
Bugünkü iktidarı da işte bu Halidî tarikatından gelen siyasetçiler kurmuştur.
Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Tayyip Erdoğan…
Hepsi, Halidîliğin Gümüşhanevî kolundan gelen ve siyasete, darbecilerin de çok sevdiği Amerikancı Mehmet Zahit Kotku tarafından yönlendirilmiş isimlerdir.
Toplumun din üzerinden yönlendirilmesi çağdışı bir hareket olmasına rağmen, bu iş 1946’da başlatılan bir operasyondur.
Keskin bir Amerikancılık olan antikomünizm, kendisini dindarlık elbisesi altında saklayarak halkın alt katmanlarına sızmıştır.
Devlet, bu dönemde camileri “Yeşil Kuşak Projesi” için propaganda alanına çevirmiştir.
Mehmet Zahit Kotku gibi imamlar, bu işin propaganda üstatları olarak çalışmış, siyaseti ele geçirecek kadrolar yetiştirmiştir.
Bütün bunlar, sert bir Sünnîlik üzerinden yürütülmüş; halkın büyük çoğunluğunu oluşturan Sünnî kitle bu yolla yönlendirilmiştir.
Aynı dönem, Müslüman Kardeşler hareketinin de Türkiye’ye sızdığı dönemdir.
Halidîlik, önce İngilizci, sonra Amerikancı bir ajan tarikat olarak yaygınlaşırken buna karşı az da olsa millî refleksler gelişmiştir.
İşte Haydar Baş hareketi böyle doğmuştur.
O, Kadirîlik diye bilinen hareketin Alevî kolunu temsil ediyordu; ama bilinen anlamda “Alevî” değildi.
Kadirîliği almış, Ali çizgisi üzerinden millî ve antiemperyalist bir yapıya dönüştürmüştü.
Müslümanların birliğini, antiemperyalist temelde bir birlik olarak görüyordu.
Haydar Bey’le 2011 yılında daha yakından tanıştım.
Grubun bir kanalında dokuz ay kadar program yaptım.
Sayın Baş, son derece kibar, bilgili ve bilgiye saygılı bir insandı.
İnançlıydı; namazında niyazındaydı ama yobaz değildi.
Çevresindeki çalışma arkadaşları da donanımlı, yurtsever ve son derece nazik insanlardı.
Haydar Baş, Amerikancı Halidî tarikatlara şiddetle karşı çıkıyordu.
İskenderpaşa’da, Işıkçıların yurtlarında, Süleymancıların karanlık odalarında, Menzilcilerin dehlizlerinde üretilen gayrimillî havayı reddediyordu.
Öncelikle de Mustafa Kemal’de bulduğumuz antiemperyalist ruha sahipti.
Bu yüzden, “Tarikat Kuşatmasındaki Türkiye” adlı eleştirel çalışmamızda Haydar Baş hareketine yer vermedik.
Rahmetli Baş, Türkiye’nin kurtuluşu için “Millî Ekonomi Modeli” adını verdiği, yerli temellere dayalı bir ekonomi teorisi geliştirmişti.
Bu modeli hayata geçirmek için 25 Eylül 2001’de Bağımsız Türkiye Partisi’ni (BTP) kurdu.
Bugün Türkiye’nin geldiği noktada, o tür bir modele sarılmak zorunda kalacağımız açık değil mi?
Haydar Baş ve arkadaşları, AKP’nin bir Amerikan projesi olduğunu biliyorlardı.
Bu yüzden hem AKP’ye hem de bu partiyi kullanarak ülkeyi ele geçiren Fethullahçılara karşı sert bir mücadele yürütüyorlardı.
Bu nedenle de hedefteydiler.
İktidarı “tek adam” sistemine dönüştüren Erdoğan, gücü tamamen eline geçirdikten sonra kendi işine gelmeyen cemaatlere savaş açtı.
Haydar Baş ve çevresi, daha örgütlüydü ve yasalarla bir sorunları yoktu.
Fakat Halidîler iktidarı, sonunda ona da bir kuyruk takıp kendisini kıstırdı.
Ve süreç devam ederken, Haydar Bey Hakk’a yürüdü…
Hazret-i Ali ve Atatürk hakkında ayrıntılı kitaplar yazan bu insana Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Başsağlığı dilediğim ailesi ve arkadaşlarının, umarım onun bu çalışmalarını sürdürürler.
Son bir not: Rıza Bey, Haydar Baş’a kurulan kumpas davasından, vefatından 20 gün kadar önce (19 Mart 2020) aklandığını, kumpasın çöktüğünü, atılan bütün iftiraların boşa çıktığını, yurt dışı yasağı ve mülklerine konan hacizlerin kaldırıldığını, İstinaf’ kararı ile kurtulduğunu bilmiyor olmalı. Kısacası Prof. Dr. Haydar Baş, atılan bütün iftiralardan arınmış olarak, bu dünyadan göçmüştür.