İnsan, büyük bir varlık. Büyüklüğü, etinden, kanından değil. Ölsün, gömülmezse, çok kötü kokar. En yakınları dahi, yaklaşamaz. Kokan onun vücudu, yani “pis su damlasından” doğmuş tarafı…
Ruhu da kokar insanın. Ruhun kokusu da, aslından kokular getirir. Çok güzel kokar. Ruhun aslı, “ben Adem’e kendi ruhumdan üfledim” gerçeğidir.
“
İnsanoğlu elest meclisinde(ruhlar aleminde), yaradanın hitabına mazhaz olur: “Ben sizin yaratıcınız değil miyim!
İnsan için her şeyin başlangıcı, bu hitaptır.
O’nun kokusunu alır. O’nun sesisini duyar. O’nun cemalini görür… İşte dünyada, insan bu üç şeyi arar: Güzel koku, güzel cemal ve güzel ses…
Dünyaya gözünü açar açmaz, yolculuk başlar.
Güzele aşık olur, aslında güzeller güzelini aradığı için. Güzel sese müptela olur, güzeller güzelinin sesini aradığı için. Güzel kokuya bayılır çünkü aradığı, mutlak güzelin kokusudur.
Ne mutlu, güzeli doğru yolda arayana.
Hak olan, tek doğru yolda…
* * *
İnsan, yaradana söz verdi, elest meclisinde. “Ben sizin rabbiniz değil miyim!” hitabına “evet” cevabını istisnasız, bütün insanlar verdiler. Dünyada, o “sözü” inkar edenler bile verdiler.
Söz verdiler ama insan, “unutan” demektir, unuturlar diye Allah, insanlara kendi içlerinden çıkardığı “uyarıcılar” gönderdi. “Haber verenler-Peygamberler” gönderdi. Peygamberlere rağmen, hatırlamayan, inat eden, kafa tutanlar oldu.
İbrahim, Mekke’den çağırdı.
Öyle bir çağırdı ki, insanlar bu çağrıya, “Lebbeyk” demek için, çölleri aştılar asırlardır. İbrahim ateşe atıldı, yine çağrısından vazgeçmedi. Allah ona “Hacer’i Mekke’de bırak git” dedi.
İtiraz etmedi, demedi ki “yarabbi, sen bırak git diyorsun da, Hacer bir bebekle (İsmail’le) bu çölde ne yapar!”…
Allah’a emanet etti ve gitti.
* * *
İmtihan bu ya, emir böyle ya…
İbrahim olmak kolay mı!
Allah, ibrahime “dostum” dedi.
Allah, "dostunu" yakar mı!
Ateşe atıldığında, ateşe emretti: “İbrahim'e karşı serin ol!”
Oğlu İsmail için, bıçağa emretti, “İsmail’i kesme!” diye.
Yaradan için ateş de kul, bıçak da…
Emre itaat ettiler. Ateş yakmadı, bıçak kesmedi.
Bıçakta sorun yok, ateşte sorun yok ama insanda sorun var, “Adem” olmadıkça.
“Adam ol” diye, boşuna denmez!
“Âdem ol” demektir.
* * *
Türkçemiz var ya, dünyada böyle bir dil yok. “Arapça” diyenlere inanmayın. Yüce kitabımız Arapça değil, Kur’an’cadır. Bu böyle biline… Araplaşmayı, İslamlaşmak sananlardan da, İslam olmayı “Arap olmak” sananlardan da, bizârız.
Neyse..
Âdem olmak için, aslını bileceksin.
Nereden geldin, nereye gideceksin?
İnanan için bu sorunun cevabı tabi ki “Allah’tan geldik, Allah’a gideceğiz”dir. Fakat doğumla başlayıp, ölümle biten bir geliş ve gidişten söz etmiyoruz. Bu şekil bir geliş ve gidiş, hayvanlara mahsus.
“Âdem” olanın gelişi de Âdem” gibi olur, gidişi de…
Yunus, “ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” diye, boşuna demez.
İnsan, aşk ile doğar, aşk ile ölür!
Aşk ile doğup, fısk ile ölmekte var.
İşte bütün mesele bu…
* * *
Öyle ise ne yapmak lazım:
İslam, insanın fıtratında var olan arayışı, rabbi ile buluşturan tek yoldur. Demek ki dinler yok, din var. O da İslam… Neden çünkü İslam fıtrat dinidir. “Allah katında din İslam’dır” hakikati, bu fıtratın gereğidir.
Önce caddeye gireceksin!
Girdin, İslam caddesindesin ama yattın oturdun.
Olmaz işte, sen “Adem” olamazsın!
Oruç tutuyorsun, namaz kılıyorsun, hac yapıyorsun ama yine de “Âdem” değilsin. Sana bakan, İslam’dan soğuyor bugün, öyle değil mi?
Evet, ne yazık ki, öyle…
Çünkü Müslümanlar, İslam caddesinde ayağı ile yürüyor. Bağışlasınlar beni, sap gibi yürüyorlar. Oysa kalbiyle yürümeleri gerek. Allah’a kalp ile yürünür. Ayakla ancak camiye yürünür. Müslümanlar Allah’a kalpleriyle yürüdüklerinde, halleri değişir.
Sonra da, durumları değişir.
* * *
Müslümanlar;
Mevlana’yı, Yunus’u tanımıyorlar.
Abdal Musa’yı tanımıyorlar.
Hacıbektaş’ı tanımıyorlar.
Hasan’ı, Hüseyin’i, Ali’yi, Fatıma’yı tanımıyorlar.
Ali’yi tanımayanlar, aşkı ne bilsinler.
“İlim şehrinin kapısı Ali” iken, kapıya yaklaşmak şöyle dursun, “şehrin” etrafında “aşk”sız dolaşıyorlar. “İlim şehrini” taşlıyorlar, kapsını kırıyorlar.
Kalp ayağıyla Allah’a gitmektir, tasavvuf…
Allah’a, çul-çaputla gidilmez!
İçindeki, “ben”e istediğin kadar sarık-cübbe giydir, kafirdir o “ben”… O “ben”i kendin yok edemezsin.
Kendini ameliyat edebilir misin!
Kendini kesebilir misin!
Ama bu işe “ehil” ve “yetkili” olan, keser, biçer, “seni” sende öldürür.
Şems, bunu yaptı, Mevlana doğdu…
Mevlana, kendini güneşe/Şems’e tuttu ve yandı.
Yaktı o benliği…
* * *
Canlar!
Ben, “yanmayan ‘âdem’ olmaz diyeyim, siz, “yanmayan adam olmaz” anlayın!
Hazrete varmadan olmaz.
“Müslümanlığın, kafirliğin dışında, uçsuz bucaksız ova”da, Şeb-i Arûs’da, buluşmak üzere, yarın akşam görüşürüz. "Sevdamız uzayıp gitsin. Ne aklımız kalsın, ne dinimiz" Arif olan anlasın bizi!..