Bırakalım "dindar-kindar" nesli de, asıl tehlikeyi konuşalım. Ben bir eğitimciyim, adını koymada zorlandığım yeni 'nesli', Milli Eğitim Müfettişi, Doğan Ceylan koymuş: Duygusuz Nesil!
İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürülüyor. Bu olayın aydınlatılması için görevlendirilen müfettişin raporu şöyle:
"DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ
Hayatın gerçeklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.
Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.
Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.
Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.
Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
Hayatlarında eğlenmekten başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.
Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.
Susuzluk nedir, hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar.
Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha 'susadım' demeden ağzına suyu dayıyoruz.
Çocuklar hiç üşümüyor.
Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz, hiç titremiyorlar.
Çocuklar hiç ıslanmıyorlar.
Evden arabaya kadar üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz.
Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz.
Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz, yorulmasınlar diye.
Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı.
Açlığı bilmedikleri için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek ülkemize.
Bu sorunu devlet derinden hissetmeli.
Bu sorunun çözümü için çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.
Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.
Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek.
Doğan Ceylan – Milli Eğitim müfettişi"
Şimdi herkes, birbirini suçlamada vazgeçip, bu soruna eğilsin. Burada bahsedilen, hepimizin çocukları… Sayın müfettişe, müteşekkiriz…
Çözümü olan, söylesin!
Tabiki bizim bir çözümümüz var. Hem de yıllardan beri. Milli Ekonomi Modeli'nin, bir eğitim politikası var. Milli Devlet Sosyal Devlet'in temeli eğitimdir zaten. Bunu başka birgün yazalım.
Ancak aklıma gelen bir olayı anlatayım:
Prof. Dr. Haydar Baş Hoca'mız, 7 yıl milli eğitimde görev yapmış bir eğitimcidir. Akademik çalışmalarından sonra da, Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi'nde, 14 yıl hocalık ve kürsü başkanlığı yapmıştır.
Trabzon'da hocalık yaptığı yıllarda, okulun en başarılı öğretmeni olarak taktir edilmek için, okulu denetleyen müfettişler tarafından sohbete davet edilir. Masada sohbet ederken Baş Hoca, müfettişlere bir soru sorar: Bizim milli eğitimimizin, bir örnek Türk genci modeli var mı?
Müfettişler, birbirlerine bakarlar ve sonra, "bildiğimiz kadarıyla yok" cevabını verirler. Baş Hoca, "bunun büyük bir eksiklik olduğunu" ifade eder ve şöyle söyler: "Fransa'nın, İngiltere'nin Almanya'nın, Japonya'nın, bütün ülkelerin bir genç modeli var. Bizim de bir Türk hanımı, bir Türk delikanlısı, modelimiz olmalı…"
Hakikaten, hepimiz aynı okullarda büyüdük. Şartlar bizi, "duygulu" yaptı diyelim ama bugün o şartlar da yok. Duygusuz nesli, nasıl duygulu bir nesle dönüştüreceğiz?
Çocuklarımız "Türküm, Doğruyum, Çalışkanım…"da, demiyor. Yani "Türk" olup olmadığını dahi bilmiyor. "Doğru ve çalışkan" olmak yerine, köşeyi nasıl çabuk döneceği, öğretiliyor sanki!..
Oysa, bir Türk kızı ve Türk delikanlısı nasıl olmalı, hepimizin sorunu değil mi?
Çocuklarımız Türk'ten başka, her şeye benziyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında verilen eğitimle Oktay Sinanoğlu, Aziz Sancar gibi aslını inkar değil ihya eden, bilim insanları yetişti. Daha yüzlercesi, binlercesi var.
Çocuklara duygu verecek, duygulu öğretmenler yetişmiyor sorun burada. Yoklukta var olmuş bir ulusun çocuklarına, ne çabuk herşeyi unutturdular, belki başka bir yazı konusu….
Ama şu kadarını söylüyorum ki, Atatürk'ü bu nesilden gizledikçe, hiç bir duyguyu veremeyiz.
ABD ile Türkiye arasındaki ilk anlaşma, eğitim anlaşmasıdır ki, bu sonuçları ortada. Atatürk'ün büstü okullara dikilerek, Atatürk gizlendi bu ülkenin çocuklarından.
Neden bir gerçek Atatürk filmi çevrilmez bu ülkede, hiç düşündük mü? Ömrüm yeterse, önüme Hoş Geldin Atatürk'ü koyup, ondan, gerçek bir Atatürk filmi senaryosu çıkaracağım. Niyetim bu en azından…