
“Önce seni görmezden gelirler. Sonra seninle alay ederler. Sonra seninle savaşırlar. Sonra da kazanırsın.”
Mahatma Gandhi’nin sözleridir bunlar.
Bu sözleri her okuduğumda, gözlerimin önüne bir insan gelir: Prof. Dr. Haydar Baş.
Bir süre görmezden geldiler Haydar Hoca’yı.
Sonra alay ettiler.
Ardından savaştılar.
Ve Haydar Hoca kazandı.
Kazanmayı bazıları sadece meclise girmek, vekil olmak, bakan olmak, başbakan olmak olarak anlasalar da hakikat bu değil.
Her 10 Kasım öncesi Atatürk ile birlikte gündeme Haydar Hoca geliyor. Haydar Hoca’nın fikirleri geliyor.
Atatürk’e mevlit okutması geliyor.
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın “molla” olduğu seslendiriliyor — hem de her kesimden insanlar tarafından.
Yetmedi; Atatürk’ün hem anne tarafından hem de baba tarafından soyunun, Hazreti Peygamber’e dayandığı adeta soysuzların gözlerinin içine sokuluyor.
Osmanlı’nın peygamber soyundan olanlara seyitlik maaşı ödediği ve bu maaşı Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey’in aldığı, maaş makbuzlarının varlığı artık herkesin dilinde…
Peki dün bunları Haydar Baş gündem ettiğinde, bugün bunları dile getirenler neredeydiler?
Neden sustular?
Devletin kurumları ellerinde olanlar, bunu açıklayamazlar mıydı?
Soysuzlar Ata’nın soyuna laf ederken neden sadece izlediler?
Seksen milyonun soy ağacını bir gecede ortaya koyan irade, bir insanın soy ağacını seksen yılda mı bulamadı?
Yoksa bir oyun vardı da, bu oyunda herkesin rolleri belliydi de kimse o rolün dışına mı çıkamıyordu?
Bence tam da mesel bu!
Baş Hoca oyunları bozdu.
Yetmedi, yıllarca haykırdı:
“Atatürk vatandır. Atatürk bayraktır. Atatürk birleştirici harçtır.”
Ve bu haykırış karşılık buldu.
Bugün hacısı da hocası da, Alevi’si de Sünni’si de ‘Atatürk’ demeye başladı.
Tam bir devrimcidir Haydar Baş.
Devrimler önce anlaşılmaz.
Sonra ortaya çıkar.
Bir tohum gibidir devrim: tohumu toprağa serper, yeşermesini zamana bırakır.
İlk defa Diyanet “Atatürk” dedi.
Bir müftü, Atatürk’e mevlit okutulması talimatını verdi.
“Hoş Geldin Atatürk” etkisidir bu.
Haydar Baş etkisidir.
Ayrıca…
Sözüm ona “din” adına ülkesinin kurtarıcısına “dinsiz” diyen dinsizlere, âlim ve arif bir insanın sahip çıkması;
ülkenin milli bütünlüğü için onu “birleştirici harç” ilan etmesi, milli bütünlüğün merkez adresi görmesi ve bunu dünyaya ilan etmesi — devrimden de öte bir şeydir.
Bir fikrin devrim olması için, toplumun o fikri hiçbir baskı olmadan kalben ve aklen benimsemesi gerekir.
İşte Haydar Baş bunu başardı.
Anıtkabir ile cami arasına yıkılmaz bir köprü kurdu.
“Abdestsiz Anıtkabir’e gitmeyin,” dedi sevenlerine.
“Orada bir büyük evliya yatıyor,” dedi.
“Atatürk Müslüman mıdır?” tartışması çoktan bitti.
Şimdi evliyalığı konuşuluyor.
İşte devrim böyle bir şey!
Ezberler ve oyunlar aynı anda bozuluyor, yeni bir medeniyet kuruluyor.
Atatürk’e hakareti artık iktidar şemsiyesi altında görünmek de kurtarmıyor.
İyi ki Haydar Baş’ı tanımışım.
İyi ki hayatını yazmışım.
Ve bana “hayatımı yaz” diyerek büyük bir lütufta bulunmuştur.
O, Peygamber’in hayatını yazdı.
Ehl-i Beyt’in hayatını yazdı.
Ve son olarak da Atatürk’ün hayatını yazdı.
Ben de bu mümtaz hayatları yazan insanın hayatını yazdım.
Ne kadar şükretsem az…
Minnettarım.
Atatürk, Falih Rıfkı Atay’a “Hayatımı yaz” demiştir, hayatta iken.
Falih Rıfkı, bu emir üzerine Çankaya’yı yazdı.
Ben de Hakikate Adanmış Hayat’ı yazmadan önce Çankaya’yı iki defa okudum.
Falih Rıfkı ile benzerliğimiz, ikimizin de “emir üzerine” biyografi yazmış olmamızdır belki.
Prof. Dr. Haydar Baş, hayatına üç büyük devrim sığdırdı:
Biri Atatürk konusu, diğeri iktisat konusu (Milli Ekonomi Modeli), bir diğeri de Ehl-i Beyt konusu.
Atatürk konusu ülkemiz içindir.
İktisat konusu tüm dünya içindir.
Ehl-i Beyt konusu ise Müslüman Dünyası içindir.
Atatürk’ü anmak, fikirlerini yaşatmakla olur.
Aynı şey Haydar Baş için de geçerlidir.
Ama ne yazık ki Prof. Dr. Haydar Baş’ın fikirlerini, dün yanında gördüklerimiz terk etmişler.
Ondan kalan kanala bakıyorum akşam, konu Atatürk. Sunucunun, Atatürk’ten uzak olduğunu sorularından anlıyorsunuz. İlginç olan,
Zübeyde Hanım’ın molla olduğunu, Atatürk’ün dindar olduğunu anlatan konuk, emekli bir asker.
Ama buna mukabil, Haydar Baş’ın yanında yıllarını geçirmiş doktor arkadaş, adeta unutmuş her şeyi!
Karşımda Atatürk’ü anlatan bir CHP’li gördüm adeta.
Yahu arkadaş, sen Haydar Baş’ın sadece çantasını mı taşıdın, konuşma yaptığı salona!
Hiç mi bir fikrini, düşüncesini, taşımazsın?
Asker olan, Haydar Baş’ın anlattığı Atatürk’ü anlatırken; bizimkisi CHP’nin anlattığı Atatürk’ü anlatıyor.
Atilla İlhan merhum bu yüzden “Hangi Atatürk” kitabını yazmıştı.
Atilla İlhan’ın “Hangi Atatürk?” sorusuna cevabı Haydar Baş verdi: “Hoş Geldin Atatürk.”
Atatürk’ü anlamak için Hoş Geldin Atatürk’ü,
Haydar Baş’ı anlamak için de Hakikate Adanmış Hayat’ı okumanızı tavsiye ederim.