Amerikan eski Başkanı Bill Clinton, bundan 13 yıl önce “Dünya geçen yüz yılı Osmanlı devletinin parçalanması ile meşgul olarak geçirdi, gelecek yüzyıl ise Türk milletinin ve devletinin dünya siyasetinde alacağı role bağlı olarak şekil alacaktır” demişti. Bu tespit fevkalade doğru ve yerinde bir tespittir.
Ne acıdır ki bu doğru tespiti bir yabancı ve de düşman ülkenin başkanı yapmıştır. Bu ülkenin yönetimine sahip olanlar ise böylesine önemli tespitleri yapmaktan mahrumlar. Nasıl önemli tespitler yapsınlar ki; Amerika’nın projelerinde rol kapmayı iktidarlarının devamı için şart görenler, “eşikte süpürülme” korkusuyla ülke yönettiklerini sanıyorlar.
Bu sebeple Batı dünyası ve de özellikle ABD; Türk siyasetine ve milletine kendi hesapları doğrultusunda büyük yatırımlar yapmışlardır. Türk ordusunu NATO yapılanması içerisine alarak, onu milletinden yabancılaştırmaya çalışmış ve değerlerine karşı tavır içine sokmuştur. Her on yılda bir “Bizim çocuklara” darbeler yaptırmış ve millet ile asker arasını açarak uçurumlar oluşturmuştur.
Öte yandan sözüm ona din adına bir takım oluşumları da organize ederek, İslam adına asker düşmanlığı yaptırmış ve büyük fitne tohumları ekmiştir. Yani asker içinde oluşturulan “bizim çocuklar” ekibinin bir benzeri halk içinde “bizim cemaat” ya da “bizim hocaefendi” olarak oluşturulmuştur.
“Bizim çocuklar” ile “bizim cemaat” kavgasında bu iki taraf hep nemalanmış, ancak millet bu kavgadan asıl mağdur olan taraf olmuştur. Değerleri ayaklar altına alınmış, itilmiş, kakılmış ve devletine küstürülmüştür. Bunu fırsat bilen dış güçler insanımızı asker düşmanı yaparak hesaplarına kullanmışlardır.
“Bizim cemaat” anlayışındaki sözde Müslümanlar buldukları her fırsatta asker ve devlet düşmanlığı yaparak, düşmana askerlik görevini icra etmişlerdir. Bir zamanlar iyi bir Müslüman olmanın şartı neredeyse devlet ve askerine düşmanlık olarak algılanmıştı.
Asker ve devlet düşmanı isen çok büyük ve de kıymetli hoca, hatta hoca efendisin! Ama asker ve devletine düşman olmayan vatanperver, gerçek Müslüman isen sen bittin işte. Bu ülkede “devletin ve askerin adamı” damgasını yersin ve senin dindarlığının, vatandaşın nezdinde bir değeri kalmaz. Yani vatandaş kendisine öğretilen bu “Amerikan ve Haçlı Müslümanlığı” öğretisi ile askerine sövmeyeni dindar kabul etmeyecek noktaya getirilmiştir.
Askere düşmanlığın prim yaptığı bir dönemde iktidar olan AKP yönetimi bunu ranta çevirmiş, sonuna kadar kullanmıştır. “Mutfağa yaklaştırmıyorlar” diyerek ağlayıp sızlamaları sonunda mutfağa bacadan girmiş ve eline yüzüne bulaştırmış.
On yıldır iktidar ama on yıldır hala muhalefet yapmakta, “canavarla birlik olup millet ile ağlamaktalar”
Bu süre içersinde ülkenin toprakları satılmış, ekonomisi çökmüş, borçlar üç katına çıkmış, devlet lağvedilmiş tüm kırmızı çizgileri yok olmuş, Kıbrıs davası Rum’un insafına bırakılmış, Ege kıta sahanlığı fiilen altı bin mile düşürülmüş, Rum Ortodoks kilisesi fiilen eküm enik patrik unvanına kavuşturulmuştur.
Teröristle masaya oturulmuş, terör örgütü ile mücadele terk edilmiş ve müzakere dönemi başlatılmış yeni Anayasa adı altında bölünmenin önü açılmış ve Sevr’in şartlarına dönülmüştür. Ortada bir savaş yok ama sonuç var.
Dış politika iflas etmiş, dış talepler milli politika haline gelerek, Haçlıya askerlik “dünya ile hareket etmek” ile yutturulmuştur. Amerikan askerine dua “ibadet” olarak algılanmış, işgaller ve isyanlar, “demokrasi” ve “bahar” olarak adlandırılarak ülkemiz merkez yapılmıştır.
Kısaca Askere düşman olanlar, düşmana asker oldular.