O sofra, başka sofra!

Kar yağıyor.

Fakirlerin üstüne.

Hem de, ince ince yağıyor.

Sıcak evi ve çorbası olmayanların üstüne yağıyor. Kayak keyfi için karı dört gözle bekleyenlerin aksine, birde karı "ölüm" olarak görenleri düşünün.

"Fırat kenarında kurt-kuzu?" hikâyeleri anlatanların iktidarında, insanlar soğuktan ölüyorlar.

Çoğu basına yansımıyor.

Geçen ay, Konya'nın Ereğli İlçesi'nde henüz nüfusa kayıt ettirilmeyen 40 günlük bebeğin, yapılan otopsisinde zatürreeden öldüğü anlaşıldı.

Kırık camı, muşambalarla kapatılmış odada uyuyan kırk günlük bebek, donarak öldü.

Daha dün, Ordu'nun Çaybaşı ilçesinde 64 yaşındaki bir adam evinde donarak öldü.

Hikâye anlatmakla olmuyor, bu işler.

Devletimiz, kâğıt üzerinde "sosyal devlet" ama sonuç ortada?

Yaşlısını ve 40 günlük bebesini, koruyamayan devlet!

Sözün bittiği yerdeyiz.

Bu kış öncesi seçimler de oldu ama neden "seçimlik" de olsa, "sosyal devlet" "ak" poşetlerde siyah kömür olarak inmemiş, ölenlerin semtine?

"Kömürcü" vali veya kaymakamlar, duymamış mı soğuktan titreyenleri?

"Sosyal devlet- Milli Devlet"in kitabını yazmış, Baş Hoca'yı duymazdan gelirsek, işte böyle yaşlı ve bebelerimiz soğuktan ölürler.

Sorumlusu da, hepimiz oluruz.

Kar fakirlerini üstüne yağıyor dedik ya, birazda güzel tarafından bahsedeyim yağan bu karın.

En azından benim için, güzel bir tarafı oldu. Sizinle paylaşmak istedim: Kar yağdığı için, Prof. Dr. Haydar Baş Hocam, İstanbul'umuz da?

Trabzon'a yoğun kar yağışı oldu.

Tabi İstanbul'da da yağıyor.

Hiçbir kar yağışı bu kadar mutlu etmemişti beni. Birlikte olma fırsatımız oluyor, kaç gündür.

Baş Hoca'mın sofrasında, birlikte çorbalar içiyor, yemekler yiyoruz.

Bereket ve feyz o biçim?

O sofrada, sadece karnımız değil. Kalp ve ruhlarımız da doyuyor. Ehl-i Beyt muhabbeti her öğün, o sofranın en başköşesinde yerini alır. O sofra da her şeyin tadı, bir başkadır.

Hayatınızın dersini de alırsınız, ölçüsünü de?

İbadette aldığınız zevklere eş değerdir, o sofranın size yaşattıkları. O sofrada Baş'ımızı, üstadımızı, bazen, Ulu Türk Hakanı gibi görürsünüz. Zaman ve mekân dürülmüş olur, kendinizi Oğuzkağan'ın otağında hissedersiniz.

Yahut zamanda yolculuk yapıp, İmam Hüseyin'in çadırına yaklaşırsınız. Tarafınız ve safınız o kadar öze iner ve o kadar gerçeğe döner. Mızrak ve kılıç sesleri duyar gibi olursunuz.

Ümmü Seleme annemizin "vah Hüseyin" çığlıklarıyla, sizde ağlarsınız.

O sofra, başka sofra!..

Bu dünya da enteresan bir âlem arkadaşlar. Ve insanız, gönül taşıyan varlıklarız. Gerçekle aramıza beden duvarı girmiş. Et ve kemik yığını içinde, gerçeği arayan pervaneler gibiyiz.

Işıktan sofraya koşan pervaneler?

Neyse dostlar!

Duygu taşmasını bir kenara bıraktık?

İnsanoğlu şu dünyayı, gerçekten kendi tercihleriyle cehenneme çeviriyor. Oğuzkağan "Türk'ün yurdunda fakirlik suç sayılsın?" demiş. Bu ülkede fakirliğin kökünü kazacak, tez ve model sahibi Sayın Baş'ı tercih etmedik boyumuz arşa mı erdi?!

"Benim iktidarımda, insanlar et yemekten bıkacak" buyurmuştu. Sayın Baş'ı seçseydik, onun kuracığı millet sofrasında dünya doyacaktı. 76 milyonun sırtlarında kalın giysiler olacaktı. Evleri sımsıcak, yemekleri çeşit çeşitti şimdi.

Yahu, Allah'ın "nimetlerim sonsuz" beyanı, dünya için arkadaşlar!.. "Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz" uyarısı dünyada olanlara, yapılan bir uyarırıdır.

Nimetler sonsuz.

Kaynaklar sınırsız.

Ama sonsuz ve sınırsız olana çökmüş, küresel gaspçılar var. Ve onlara baş kesen, çapsız yöneticiler?

Allah; soğuktan donanın, açlıktan ölenin hesabını sadece, yöneticilerden mi soracak, yoksa mutlak adaleti gereğince, katkısı olan herkese mi?

Allah, yardım kabul etmeyen fakire buğz eder. Peki, kurtuluşu reddeden batmışlara ne eder?

   

O sofra, başka sofra!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön