Dolu dolu bir hafta sonu geçirdik.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey, İstanbul’daydı. Bağımsız Türkiye kadroları, iki önemli program icra ettiler. Birisi Cumartesi, diğeri ise Pazar günü gerçekleşti. Cumartesi gerçekleşen program, belki dünyada ilkti…
Bunun için Hukukçu Hüseyin Baş ve BTP Genel Başkan yardımcısı Ali Karakuş beyefendilerİ, tebrik ederim. Hakikaten, müthiş bir olay…
Sosyal medyada, Prof. Dr. Haydar Baş’ın tezlerini, görüşlerini ve konuşmalarını takip edip paylaşan milyonlar içerisinden seçilerek, insanlar bir otelde yemekte buluşturuldular. Hiç birimizin tanımadığı ve ömrümüzde ilk defa karşılaştığımız insanlardı bunlar.
Ama onlar bizleri tanıyorlardı, isimlerimizle hitap ediyorlardı. Yeni Mesaj’daki yazılarımızdan, Meltem medya grubu ekranlarından, kısacası, hocamızdan dolayı bizleri de tanıyorlar. İnsan, sanki kırk yıldır tanıyormuş gibi hissediyor.
İşte böyle 12 kişilik masada, 11 kişi oturmuş olduğu halde, bizler 12’inci kişi olarak oturduk masalara. Sağ olsun Hüseyin Baş, bendenizi de unutmamış… Büyük onur duydum.
Masada Rizeli bir ağabey, eşi ile birlikte davete icabet etmiş.
“Siz, Yusuf Karaca’nız” dedi. Yazılardan konuştuk, dertleştik. Sanki yıllarca tanışıyoruz. Ailece gelen bir başka ağabey daha vardı. Hallerinden, ülkenin gidişatını dert ettikleri, belliydi. Sonra, beş kişi daha gelip oturdular.
Herkes o masada yeni tanışıyor. Ancak hepsi, Baş Hoca’yı, Milli Ekonomi Modeli’ni, Hoş Geldin Atatürk’ü, çok iyi biliyorlar. Haydar Baş ve Atatürk sevgisi o masaların en özel ikramıydı gerçekten.
Hep Atatürk’ten, Baş Hoca’dan, bağımsızlıktan, ekonomiden, kardeşlikten ve birlik beraberlikten söz edildi. Masada oturanlar o kadar samimi itiraflarda bulundular ki… Masada, “solcuyum” diyen vardı. “Devrimciyim” diyen vardı. “Aleviyim” ve “sağcıyım” diyen vardı.
1000 kişinin üzerinde insan vardı ve hemen hemen bütün masalar böyleydi. Bir tanesi dedi ki, “ben sağ görüşlüyüm, normal şartlarda, bir solcu ile oturup yemek yiyeceğim, hiç aklıma gelmezdi”. Bir başka arkadaş ise “benim bir Sünni ile arkadaşlığım, normalde olmaz” dedi.
Ve eklediler, “Haydar Baş masası, böyle bir şeymiş demek. Bütün bir millet var, o masada…”
İşte Türkiye’nin özeti… İşte Türk milletinin birleşeceği adres…
Kıymetli dostlar!
Bazı şeyler vardır, anlatılmaz, yaşanır ya… Bu gece de, böyle bir şeydi. Yaşandı ama yaşanılanları, diller ifade etmekten, kalem yazmaktan aciz.
Ben şahsen, Türkiye’den ümidi kesmiştim! Yani görev bildiğimiz için, yazıyoruz, konuşuyoruz. Ancak, o gecede şunu gördüm ki, hiçbir şey boşuna değilmiş. İyi ki, Haydar Baş taraftarıyım, iyi ki BTP’liyim, iyi ki, kapitalizme değil, Haydarizme inanıyorum.
Onun tezleri, dünyayı sarmış ama ülkemizde kulaklar duymuyor, gözler görmüyor sanıyordum. Öyle değilmiş, bunu yaşayarak gördüm. Duyması gerekenler duyuyor, görmesi gerekenler görüyor. Nasibi olanlar, yanımızdan geçen feyz ırmağından içiyormuş meğer.
Rizeli ağabey, “İktidarın tek alternatifi var, o da Haydar Baş…” dedi. Ve sonra ekledi :“Din ile kandırılan bir toplum ancak gerçek din ile uyandırılabilir. Gerçek dini bilen de, yaşayan da, Haydar Hoca ve ekibidir.”
Ve sonra, beklenen an geldi. Prof. Baş sahneye çıktı: Âşık ile maşukun buluşması gibiydi. Çocuk denecek yaşta Baş Hoca’yı takip ederim, hiç böyle görmedim. İnsanlar, el sıkışmak için kuyruğa girdiler. Kıskandım adeta…
32 yıldır birlikteyim omzuna başımı koyup bir resim çektirmeye cesaret edemedim ama 32 dakikada adam bebesinin bile başını okşattı, üstadımıza…
Gel de kıskanma!
Hayır, hayır kıskanmadım, gıpta ettim. Orda üstadımızın babalık vasfını bir kez daha gördüm. Sanki Hacıbektaş oturmuş, aslanı ve ceylanı bağrına basmıştı. Sanki değil, gerçekten öyleydi.
Üstadımız sadece bir genel başkan değil, 80 milyonu bağrına basan bir babadır. Sadece 80 milyonu da değil. Öncelikle 80 milyonu… Sonra bütün bir Türk ve İslam âlemini… Hatta sömürülen bütün insanlığın açlığını dert etmiş, gerçek bir baba…
Türk’ün elini dünyaya öptürmeye ahdetmiş, Oğuz Kağan’ın varisi…
Baş Hoca;
Açlığı dert etmiş, Milli Ekonomi Modeli’ni yazmış. Ayrılığı dert etmiş, 12 İmam’ı yazmış. Devlet ile millet arasına sokulan fitneyi dert etmiş, Hoş Geldin Atatürk’ü yazmış. Her bir eseri, içinde başka eserler doğurtacak, büyük tezler.
Tezlerinde her bir cümlesi, ayrı birer tez konusu… “Tüketim en büyük kaynaktır” sözü mesela, Milli Ekonomi Modeli’nden bir cümle… Bu cümle tek başına, bir kürsü konusu, tek başına bir tez… Ve Milli Ekonomi Modeli’nin kalbidir.
“İnsan gönüldür, gönül…” tespiti ayrı başına bir alem… Binlerce Nobel ödülü getirmeli normalde. Ama o ödülü, “İnsan bu, meçhul” diyene verdiler.
Üstadımızı tanımayanlar, bizim onu anlatırken, abarttığımızı sanıyorlar. Bizim anlatmamız onu küçültür. O’nu, eserleri anlatıyor zaten. O’nu dünya anlatıyor. Dünyayı saran, tezleri anlatıyor. O’nu, 4 milyarın üzerinde insan anlatıyor.
Avrupa, Sayın Baş’ın tezini istiyor. Rusya ve Çin’e yakın olmak istiyorlar, ABD, önlerine set çekiyor. Türkiye ise “çuval”da, ne olup bittiğinden habersiz… Ama “çuval” yırtılıyor, haberiniz olsun.
Çuval yırtılıyor haberiniz olsun!