
Hakikate adanmış hayatın manevi huzuruna çıktık. Ruhumuz dirildi, ahdimiz yenilendi, hizmetlerimiz gözden geçirildi. Bir gecemiz, bir gündüzümüz huzurunda geçti. Duygulu anlar da yaşadık, muhabbetli anlar da. Elbette güldüğümüz anlar da oldu…
Kısacası hatıralar dile geldi. Hayattayken neler yaşadıysak, aynısını fazlasıyla yaşadık.
“Allah’ın veli kullarına korku yoktur; onlar mahzun da olmayacaklar.”
Buna inandık, buna iman ettik.
Kim neye inanırsa inansın, biz “Salihlerin işlerini Allah görür” hakikatine inanırız. Kimse kimsenin inancını sorgulayamaz. İsteyen danaya inanır, isteyen manaya inanır. Biz manaya inanıyoruz. Orası son ocaktır; hatta tek ocaktır. O ocağı tüttürmeye yeminliyiz.
Saadetle gelen gelsin!
Fitneyle, fesatla gelene yer yok. Maarif şemini yakan gelsin. Mana gözüyle bakan gelsin. Bu şekilde gelenler hisseder gerçek huzuru. O zaman iki kabir arasında yürüdüğünde Ravza’da aldığı havayı alır, Ravza’da aldığı kokuyu alır. Burunları sadece kebap kokusuna alışmış olanlar bizi anlayamaz; onlar da Ali Usta’ya gitsinler.
Efendimiz, sevgili Peygamberimiz şöyle buyurur:
“İnsanlar yaşadığı gibi ölürler, öldüğü gibi dirilirler.”
Nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü bildiklerimiz hakkında söze gerek yok. Sürekli Allah diyen, Ehl-i Beyt diyen, vatan diyen, millet diyen, hatta Atatürk diyen bir insan; Türk milletini fabrika ayarlarına döndürme gayretiyle Hacıbektaş formatı atmıştır. Müslüman Türk’ün mayasını hatırlatmıştır.
Bu, milli bütünlük için olmazsa olmaz formattır, mayadır. Aksi hâlde bu coğrafyadan silinip gideceğiz. Türk vatanında Türk kalmayacak. Türk’ü silme projesi, “Terörsüz Türkiye” diye okunuyor bugün.
On yıl öncesinden kimlerin kimlerle birleşip ABD projesini bize “milli” diye yutturacağını anlatıyordu; sen kalk, bu insana “kâhin” diyenlerle aynı dili konuş! Kâmil demekten, ârif demekten sakın! Allah sizin belanızı verir! Vallahi verir, billahi verir!
Açın gözlerinizi!
Son ocağı size söndürtüyorlar, görmüyor musunuz?
Kalmış tek ocağı söndürmek istediler ve başardılar.
Küllerinden kıvılcım arayıp ocağı yeniden tüttürmeye ne dersiniz?
Zaman aleyhimize işliyor!
Gönlümüze onun ışığını, aklımıza ilmini ve irfanını alarak insanlık kuşanmaya, Türklük kuşanmaya ne dersiniz?
Yoksa çürümeyi mi tercih edersiniz?
Herkes kendi tercihini yapsın.
Ama bilelim ki işe önce kalplerimizde başlamalıyız.
“Bedensiz hayata ölüm denir” gerçeğine inananların yeni bir lidere ihtiyacı yoktur; sadece silkinip ayağa kalkmaya ihtiyaç vardır.
Kemiyet değil, keyfiyet lazım.
Yığınlar değil, bilinçliler lazım.
Kalbimizin de lideri belli, yolumuzun da…
Kimse kimsenin lideri değil; herkes birbirinden kardeşlik hukuku ile sorumlu.
Avama konuşmadığımı biliyorum.
Önce ziyaretlerinizi yapın.
Ve kalbinizi yalnızca şehitlik tepesinde açın;
hakikat kalbinize fısıldanır.
Buna inanın ve bundan asla şüphe etmeyin.
Sizleri Pir Sultan Abdal’ın şu deyişleri ile baş başa bırakayım:
Hey erenler çün bu çün bu sırrı dinledim
Huzur-u mürşide vardım bu gece
Hakikat sırrını dost dost anda anladım
Evliya merdanın gördüm bu gece
Mürşidim Muhammed dost dost buldum yolumu
Rehberim Ali’dir verdim elimi
Tığbent ile bağladılar belimi
Erenler sırrına erdim bu gece
Erenler râhına ey eyledim iman
Kalmadı gönlümde şek ile güman
Ne bilir bu sırrı sırrı Yezid-i Mervan
Küll-ü varım Hakk’a Hakk’a verdim bu gece
Andelip misali avaz ederek
Kati sema üzere üzre pervaz ederek
Yedi aza ile niyaz ederek
Ayn-ı cem güllerin derdim bu gece
Pir Sultan’ım Hakk’a Hakk’a niyaz ederim
Erenler râhına doğru giderim
Küll-i varım Hakk’a Hakk’a teslim ederim
Hakk’ın cemalini gördüm bu gece