Bir Reis-Hoca meydan muharebesi nihayet başladı.
Aralarında kavga vardı, yoktu derken taraflar "trollerinin" arkalarından çekilip, meydana bizzat indiler!
Durumlar ne olur?
Bence bunu hiç düşünmeyin!
"Ülkeye ne oluyor" deme zamanı çoktan geçti. Ülke diye derdi olan ne kadar ki zaten.
"Ülke" derdi olan Haydar Hoca'ydı, onu görmezden geldik.
E, geçmiş olsun!
Prof. Dr. Haydar Baş, 2010 referandumu öncesi halkı uyarmış, "eğer bu referanduma "EVET" derseniz Türkiye'ye demokratik krallık gelir" demişti.
Ve bugün, sanırım o krallığı yaşıyoruz.
Seçilmiş bir başbakan, beğeniriz, beğenmeyiz ayrı konu, "Reis'im" dediğine "sıfır itaatsizlik" göstermesine, ne isterse yapmasına rağmen, alaşağı ediliyor.
Demokrasiden sonra, krallık nasıl bir şey, herkes anlamaya başlamıştır artık. Daha durun ki, neler göreceğiz. Batı yeni bir Saddam istiyor. O bahaneyle de, en ölümcül vuruşunu yapmaya hazırlanıyor.
Bekleyin, görün.
En iyisi bugün daha bir şey demeyeyim!
Bir padişah ve vezir fıkrası anlatayım:
Soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet içinde gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış, bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah ihtiyarı selamlayarak sormuş:
-Altılarda ne yaptın?
Adam: 'Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…'
Padişah gene sormuş:
'Geceleri kalkmadın mı?'
'Kalktık… Lakin ellere yaradı…'
Padişah gülmüş:
'Bir kaz göndersem yolar mısın?'
'Hem de 'ciyaklatmadan'…
Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş:
'Ne konuştuğumuzu anladın mı?'
'Hayır, padişahım anlamadım'…
Padişah sinirlenmiş:
'Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.'
Korkulara kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala çalışıyor.
'Siz ne konuştunuz padişahla?'…
Adam başveziri şöyle bir süzmüş:
'Kusura bakma bedava söyleyemem, ver bir yüz altın söyleyeyim…'
Baş vezir yüz altın vermiş… 'Sen padişahı serdar-ı cihan diye selamladın, nereden anladın padişah olduğunu.'
'Ben dericiyim, Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi…' Vezir düşünmüş.
'Peki, altılara altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor ne demek?…' Adam, bu soruya cevap vermek için bir yüz altın daha almış.
'Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun diye sordu, bende, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak yemek bulamıyoruz dedim.'
Vezir bir soru daha sormuş… 'Geceleri kalkmadın mı ne demek?'
Adam bir yüz altın daha almış. 'Çocukların yok mu diye sordu, bende var ama hepsi kız… Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim…'
Vezir gene kafasını sallamış… Peki, 'Bir de kaz göndersem yolar mısın dedi, o ne demek…'
Adam gülerek 'onu da sen bul' demiş.
Kıymetli dostlar!
Kıssadan hisse almak lazım!
Bence biraz bizde düşünelim!
Ciyaklamadan soyulanın kim olduğunu bulalım.
Küresel soyucularla anlamadığımız dillerde konuşarak, milyonları kaz yerini koyanları görelim.
Bu kadar soyulmaya rağmen, ciyaklamamak soyucunun mu hüneri, yoksa soyduranın mı?
Ne dersiniz?
Düşünme zamanı gelmedi mi?