Demiştim, fıkralar anlatıp sizi güldüreceğim diye. Geçen memleketten, dostum Mehmet aradı. "Ne oldu sana? Kitabın Ortasından konuşmayı unuttun" dedi.
Dostum!..
Gülümsemeye devam!
Emin olun, fıkra gibisi yok!
Ne kimse üstüne alır, ne kalp kırılır.
Neyime lazım!
Eşek hikâyeleri anlatmaya kim ne der!
Kim üstüne alabilir, "buradaki eşek benim!" diye!
Değil mi?!
Bakın, eşek deyince aklıma yine, harika bir fıkra geldi:
Bir inek, bir at ve bir eşek, etrafa dağılıp ne yaptıklarını öğrenmeye ve 3 yıl sonra da, tekrar buluşmaya karar verirler.
3 yıl sonra perişan bir şekilde inek ve at buluşurlar. İnek 'sorma at kardeş, insanlar bana çok kötü davrandı. Birbirine sattılar. Sürekli sütümü sağdılar. Yanıma bir inek daha koyup tarla sürdürdüler. Az kalsın beni keseceklerdi, zor kurtuldum ellerinden' der.
At,'Benim de ağzıma bir demir geçirdiler. Biri indi öbürü bindi. Binmedikleri zaman zincire bağladılar. Çok acı çektim inek kardeş' der.
At ve inek konuşurlarken eşek ıslık çala çala, hoplayıp zıplayarak, yanlarına gelir.
Çok şaşırırlar. Merakla dinlerler. Eşek 'sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ulen dedim, ben bundan daha iyi bağırırım. Çıktım bir tepenin üstüne başladım bağırmaya. Bilirsiniz bağırdığım zaman yeri göğü inletirim. Sesimi duyan yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Meğer bunlar bağıranı pek severmiş'.
-Eee, sonra ne oldu?
-Beni başlarına yönetici seçtiler. Ben bağırdıkça onlar beni daha çok tuttular. Bana öyle baktılar ki, besledikçe, beslediler.
-Peki, kimse anlamadı mı senin eşek olduğunu?
-Orasını katıştırma. Anlayan oldu ama ben bağırmaya devam ettim, anlayanlar diğerlerine, bir türlü seslerini duyuramadılar.
Ya, dostlar!
Fıkra deyip geçmeyin!
Adamı böyle güldürür işte?
Gülün gülün, gülmek sizinde hakkınız!
Bir tane daha istiyorsunuz!
Peki öyleyse:
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. Hava o kadar soğukmuş ki, minik kuş dayanamayıp karın üstüne düşüvermiş. Çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklemeye başlamış…
Bir süre sonra oradan geçen bir inek, geçerken kuşun üzerine pislemiş. Kuş öyle sinirlenmiş ki; kanatları donmuş olmasa, kalkıp ineğe saldıracak!
Ancak kuş birden fark etmiş ki; üzerini örten pisliğin sıcaklığı ile kanatlarındaki buzun çözülmesine vesile olmuş. Ve yaşama geri dönmüş. Siz sizde olun, öyle her pisleyene kızmayın!
Sonra, ne mi olmuş?!
Kuş yaşama dönmenin sevinciyle neşe içinde şakımaya başlamış. Yalnız öyle sesli ötüyormuş ki; sesi uzaklardan geçen, günlerce aç kalmış bir kedinin kulağına kadar gitmiş.
Kedi pisliği eşeleyerek kuşu çıkarmış. Kuş pislikten kurtulduğuna çok sevinmiş. Tam kediye teşekkür edecekmiş ki; kedi onu yemiş?
Ya, düşündürücü değil mi?
Bu fıkra da bence çıkarılacak dersler var. İnek gibi pisleyene, kızmamak lazım, bu bir!
Pislik içinde mutluysan sen bilirsin, hiç ses çıkarma! Bu iki?
Kurtarıcıya kızıyorsan, yiyiciye razı geleceksin! Bu da üç?
E, hadi bana eyvallah!..