Kıymetli dostlar, bugün yazı için geniş vaktim olmadı ama yazmadan da yapamadım, kısa da olsa, bir muhabbet iyidir, sizlerle.
Cenazedeydim, vakit kalmadı, derin düşünmeye ve konuşmaya.
Gördüklerimi anlatayım:
Dostlar, Yunus ve İdris kardeşlerimizin babaları Hasan Bey, hakkın rahmetine kavuştular. Çamlıca’da cami avlusuna gittiğimde, tabuta sarılı Türk bayrağını görünce, önce gençlerin bayrak sevgisinden kaynaklandığını düşündüm.
Sonra “Gazi” madalyalı insanlar görünce, merakım daha da arttı. Meğer merhum Hasan Bey, bir Kıbrıs gazisiymiş. Allah, gani gani rahmet eylesin. Yani bugün Haçlı/Bizans oyunlarıyla elimizden çıkarılmaya çalışılan Kıbrıs’ta, savaşmış bir insan.
Aramızdan göçüp gitti, çokta ileri olmayan bir yaşta. 64 yaşında… Mezarlığa gittik. Hepimizin vakti zamanı geldiğinde, gideceği yere…
Düşündüm de, gerçekten “nasihat” isteyen mezarlığa gitmeli. “Ölüm, nasihat olarak insana yeter” gerçekten.
Evlat, mal, mülk, dost, arkadaş, hepsini geride bırakıp gidiyorsunuz. Hayat, iki kefen arası yolculukmuş meğer. Bunu, bir kez daha yaşıyorsunuz. Doğdunuz sizi beze sarıyorlar, öldünüz, yine beze sarıyorlar.
Ölüm, aslında ayrılık olmazsa, sevimsiz değil.
Düşünsenize, sevdiklerinizi, Ali’yi, Hasan’ı, Hüseyin’i göreceksiniz. Onlarla, belki peygambere çıkacaksınız. Ölmeden de görmek mümkün belki ama o bahtiyar kullardan değiliz.
Ölünce, göreceğiz inşallah.
Onları görmek, ölümü bile unutturur insana. İnşallah son nefeste onları görür, acı çekmeyiz.
“ Şehit olmak inancıyla sefere gidip, ‘Gazi’ olarak dönenler de, yataklarında ‘Şehit’ olurlar” diye, şahsi bir inancım ve zannım var. Allah, mümin kulunun zannına göre tecelli eder.
Cenazedeki huzur ve feyz, bu zannı, destekler nitelikteydi.
Kıymetli dostlar!
İnsan ömrü, gerçekten çok kısaymış. Yani hiç anlaşılmıyor. Yunus’un “göz açıp yummuş gibi” diye buyurduğu gibi. “Dünya bir pencere, her gelen bakıp geçer” sözü, ne kadar olayı özetliyor. Gerçekten değmezmiş, bu kadar kısa bir hayat için, ezilip büzülmeye…
Ya da değmezmiş, üç günlük dünya için, kıymetleri/değerleri satmaya. Hele de, “çok az bir bedele dinlerini satanlara” ne demeli, bilmiyorum ki. En son “tabut” denen “cansız ata” biniyoruz, hayatta iken neye binmişsin, bir önemi kalmıyor.
En son, iki metre karelik daimi evine geliyorsun, saraylarda yaşamışsın diyelim, bir önemi var mı? Yani bunların sahibi olmayalım demiyorum. Bunları altımıza alalım; evi arabayı, malı, mülkü… Ama bunların altına girmeyelim.
Ezilir, çıkamayız.
Çıksak, “ezik” çıkarız!
Gerçek “eziklik” dünya altında kalmaktır.
Dünyanın altına giren değil, dünyayı altına alan olmalıyız.
Bunlar, büyük laflar değil, olması gereken hayatın, en doğal sözleri…
Kalpte başlar her şey…
Kalbe madde girerse, batarsın.
Bir avuç suda boğulmakta var, deryalar içinde yüzmekte var. Bu senin elinde. Kayık gibi… Suyu içine alırsa batar, dışında tutarsa yüzer. Ya, öyle bir denge ki, kurana helal olsun. Kuramayana eyvahlar olsun.
Tüm dostlarımızın ve bu iki kardeşimizin, geçmişlerine rahmetler olsun. Bugün “ölüm” görünce, aldığım “nasihati” paylaştım galiba.
Sağlıcakla kalın.
Ölümden büyük nasihat olmaz