1919’dan beri ayaktayım!

10 yıldır yazıyorum. 
33 yıldır da konuşuyorum, hiç susmadan… 10 yıldır, hemen hemen ara vermeden yazdım. Ne konu sıkıntısı çektim, ne malzeme arayışına girdim. 
Allah ne verdiyse!
"Allah, Allah, Allah" dedim.
Yıl, 365 gün… Yılda 65 gün yazmamış olsam, 300 gün yazmışımdır. 10 yılda, 3 bin gün eder. 3 bin makale ile dert anlatamadım. Yazarken, emperyalizme kılıç salladığımı hissettim ve bunu hep yaşadım. Bu doğru…
Yazı bende, bir mücadele yolu, bir savaş metodu oldu sanki. Olaya kalbimi ve ruhumu kattım. Kalemime sanki mürekkep yerine ciğerimden kan doldurdum. Okurlarım anladı, ne demek istediğimi.
50 yıldır yazanlara göre, 10 yıl çok az bir zaman. Ama ne yalan söyleyeyim, üzerimde 100 yılın yorgunluğu var. Parmaklarımda direnç kalmadı sanki klavye üzerinde hareket ettirmeye…
Umutsuzluk mu?
Belki!
Dermansızım, mutsuzum, umutsuzum… 
Kendi adıma mı, elbette hayır… Ülkem adına tabi ki… Ülkenin kaynakları adına… Ülkenin değerleri adına… Bağımsız Türkiye adına… Ölülere yazdım, ölülere konuştum sanki. 
Keşke taşlara yazsam, taşlara konuşsaydım, taşlar belki "Bağımsız Türkiye" diye bağırırdı.  Bağışlayın beni, bu çok duyguasalım!
Diyarbakır'da oluk oluk petrol aksın; benim kardeşim bebesini beslemek için mama çalsın… Gel de ağlama, gel de dert etme!
Güneydoğulu kardeşimin düşürüldüğü, "kuyuya" mı üzüleyim, "kuyu" içinde kalma ısrarına mı? Yusuf olsa, salınan ipe tutunup çıkardı. Sadece güneydoğu mu, kuzey, güney, doğu, batı, her yer  aynı.
İsrail, Güneydoğu'da çıkan petrollere konsun. Ülkenin altınlarına, aklınıza gelen bütün madenlerine, ‘bor'una, ‘toryum’'na küresel baronlar otursun. 
Sen bunları gör ve yorulma!
"Kaynaklar 2023'e kadar bizim değil" yalanı, iktidar olsun, "kaynakları milletin ve devletin hizmetinde olmalı…" görüşü, muhalefet bile olmasın. "Kaynaklar" üzerinde, aç, sefil bir dilenci gibi otursun, bütün bir toplum.
Ne aça bir şey anlatabiliyorsun, ne toka… 
Aç olan, neden aç olduğunu bilmiyor, olayı inatla "kadere" bağlıyor. Oysa açlık bir kader değil, seçimdir.  Afrika'nın açları, bilmezler ki, dünyanın en değerli taşları üzerinde oturduklarını.
Türkiye farklı mı!
Anlat, anlat, boş!
Bütün bunları bilen, gören senin Oy'unla, görmeyenin Oy'u, eşit. Buna da, "demokrasi" densin. İnan ve ses çıkarma!
Onun Oy'u, bir torba kömür iken, benim Oy'um bedelsiz. Bir torba kömürle, bedelsiz olan eşit!
Sonuçta, "yalan" padişah olurken, "doğru"  padişahın "kulu" yapılmak isteniyor. Bütün bunları gördükten sonra, ne yorul, ne kahrol!
Bu, mümkün mü?
Dedim ya, üzerimde 100 yılın yorgunluğu var;
1919'dan beri ayaktayım, sanki at sırtında süvari'yim…
Anladım sonunda bende ki yorgunluğun nedenini. 
Evet evet, ben, 1919'dan beri ayaktayım… 
Tam yüz yıldır, at sırtındayım.
Rüyada değilim, evet klavyem önümde ama bu gördüklerim ne!
Mandacılığı benimsemiş zevatı da görüyorum şuan, meğer hiç ölmemişler. Damat Ferit'i, Vahdettin'i görüyorum, bakın bakın işte oradalar!
İngiliz sefirleriyle fingirdiyorlar.
O da ne, atımın önünde atlar görüyorum,  canımın önünde canlar…  
Bakın işte, Sarı Paşa, en önde… 
Bak şimdi bütün yorgunluğum da gitti. 
Bir yüz yıl daha, süvari kalabilirim!
Türkiye, "Bağımsız" oluncaya kadar. Fakirlik, ülke toprağında suç sayılıncaya kadar… 
Ülke kaynakları, bu ülkenin bebelerini besleyinceye kadar, süvari'yim, er'im ben…
Üstadımız,  Oğuz Kağan'ın atlısı, Ali'nin er'i, Atatürk'ün ikizi… O, en az 2 bin yıllık yoldan geliyor. 
Biz ona katılalı, 100 yıl oldu!
Yorgunluktan söz ettim, utandım şimdi bak. 
Affedin…
1919’dan beri ayaktayım!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön