Bazı yolculuklarım oldu, yazamadım. Ara ara olur, idare edin şu sıralar beni… Tabi kafamda ‘deli konular’ birikmiş, başımın etini yiyorlar. Hangisini yazacağımı şaşırıyorum…
KKTC’ye kurulan NATO tuzağından mı söz edeyim?
ABD-Rusya arasında sıkışmaktan mı söz edeyim? Veya Patriotlar ile S-400’ler arasında kalmaktan mı söz edeyim?
Bitmiş ekonomiden mi söz edeyim?
Fırlayan meyve-sebze fiyatlarından mı söz edeyim?
Yoksa İstanbul seçimlerden mi?
“Bir oy ile cenneti kazanacağımızı…” iddia eden kafaların, 14 bin oy farkı ile belediye alınamayacağını iddia etmelerini mi yazayım ya da?
“Cennet eden bir oy”, belediye bile etmeyen 14 bin oy!
“Cennet” belediyeden ucuz!
14 bin oy duble cennet etmez mi?!
Kazanırken 1 oyun yeterli olacağını söyleyenlerin, kaybederken 14 bin oyun yeterli olmayacağını iddia etmelerini mi yazayım yoksa?
Sandıkta çıkana kendileri itiraz edince ‘demokrasi’, başkaları itiraz edince ‘totaliter’ diyen kafaları mı yazayım acaba?
Siz söyleyin, neyi yazayım!
Seçimlerden sonra IMF ile anlaşmanın masada olacağını söylemiştim değil mi? McKinsey ile temasları olacağını da yazmıştım. İstanbul seçimini bir şeye bağlamadılar, kafaları karışık. Ekonomide yol haritaları belli ama…
Gidecekleri kapı, Atlantik kapısı… Rusya’ya öylesine gittiler. Bunu Putin de biliyor. CHP’liler ‘kazandık’ diye denize atladıkları aylarda, bunlar İstanbul’da seçim yapacaklar.
Demedi demeyin!
Allem edip kallem edip İstanbul’da seçimi yenileyecekler. “İstanbul’u kaybetmek, iktidarı kaybetmek demek” onlar için. 10 milyon seçmeni, bir şekilde 15 milyon seçmene çıkarmak, “YSK tanımaz” iktidar için çocuk oyuncağı.
İstanbul, iktidar için ‘Yeşil Vadi’ demek. Sahte Tosun Paşa ile Yeşil Vadi’yi ne kadar elde tutarlar bilemem ama ekonomi, gerçek ‘Tosun Paşa’ demektir. Tellioğulları’nın durumu, bu ekonomi ile çok zor.
Devletin 1 trilyon lira iç ve dış borcu var, vatandaşın 520 milyar lira…
Türkiye’nin, konkordato ilan etmesi kaçınılmaz. Devleti şirket gibi yönetenler, sonunda ‘şirketi’ batırdılar. “Babalar gibi sata sata”, bir şey bırakmadılar. Alacaklı ülkelerle, bir “yapılandırmaya” gidilecek, eninde sonunda.
Osmanlı’nın borçlarını nasıl cumhuriyet Türkiye’si yıllarca ödediyse, bu yeni Osmanlıcıların da ülkeyi mahkûm ettikleri borçları, çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecekler. Anca 50 yılda, bu borçlar ödenir.
Üstelikte yepyeni bir ekonomi model ve o modele dayalı bir eğitim sistemiyle, ancak başarılabilir. Vatandaşın ürettiği tütün, reji idaresinde, yabancılara olan borç nedeniyle aktarılmamış mıydı? “Tarih” diye bu gerçekler öğretilseydi çocuklarımıza, “yerli malı günleri” yerini, “sevgililer günü” gibi çiçekli-böcekli günler almazdı.
Kapitalizmin sömürü günleri olmazdı.
Bir zamanlar ‘adam’ eksen, ‘insan’ biten bu topraklarda, şimdi ‘hıyardan’ başka bir şey yetişmiyor.
Toprak bozuldu, insan da bozuldu!
Kim ne derse desin!
“Bütün sağcıların imanı, Hüseyin İnan gibi bir ‘solcu’ imanı eder mi?” sorusu, beni çok sarstı. Kim sordu bu soruyu sizce?
Prof. Dr. Haydar Baş.
Hafta sonu üstadımızın yanında olmak nasip oldu. Her zaman ki gibi ezber bozan konuşmaları ve kendine has çıkışlarıyla onun fikir ve düşünce sofrasında, yine türlü türlü ‘nimetlere’ şahit oldum.
Oldukça misafirperverdir Baş Hoca’mız.
82 milyonu getirin, Trabzon’da misafir eder. Yedirir, içirir, doyurur. Hem gönülleri, hem karınları doyurur.
İdamları üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen, Baş Hoca, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’dan söz ederken gözleri doluyor.
Hüseyin İnan, Deniz’in “yarın asılacağız, korkuyor musun?” sorusuna “biz korkuyu Kerbela’da bıraktık” diye cevap veriyor. İşte bu diyalogu anlatırken de, ülkenin içinde bulunduğu teslim alınmışlığa atıfta bulunuyor. Asıl soruna dikkat çekiyor. Asıl yaraya parmak basıyor. Sağ-sol ayrımına karşı çıkıyor.
Bu gençlerin boşuna asılmadıklarına vurgu yapıyor.
Antiemperyalist bir kafa ve gönül, bu topraklara imanın sonucudur. 6. Filo’yu taşlayan ‘solcu’, taşlayanı taşlayan ‘sağcı’… Benim bildiğim şeytanı, Müslüman taşlar. Şeytanı taşlayana ‘solcu-dinsiz’, şeytana tapana ise ‘sağcı-Müslüman’ demek, içinde bulunduğumuz kuşatılmışlığı gösterir.
Baş Türk, bu üç yiğitten sürekli söz ederek, zihinsel kuşatılmışlığı yıkıyor. Toplumlar, önce zihinsel olarak tutsak alınırlar. İşgaller önce zihinlerde başlar. Bağımsızlıkta öyle… Önce zihinsel bağımsızlık gerekir.
Bu ülkenin toprağına, işine ve aşına sahip çıkması lafla olmaz. Toprağa sahip çıkmak, tarıma sahip çıkmakla olur. Kaynaklara sahip çıkmakla olur. Toprakları askerlerle korumak, en son adımdır.
Toprak, tarım yapılarak korunur. Toprak, yerli tohum ister. Küresel tohum baronlarının, hibritli/ hastalıklı ve böcek çeken tohumlarıyla korunmaz. ‘İlaç’ diye verilen zehirlerle, millet ‘planlı’ bir şekilde kanser ediliyor.
Ülke, paraya ve toprağa sahip çıkılarak kurtulur. Bunlara sahip çıkmak için, Haydar Baş’a sahip çıkacaksınız. Dolar bozarak paranızı koruyamazsınız. Emek ve üretim karşılığı paranızı basarsanız, paraya sahip çıkmış olursunuz.
Emek-üretim-para yerini, borsa-döviz-faiz almış. Kumar masasında kalkınan adam var mı ki, bu masada kalkınan bir devlet olsun.
Türkiye gerçek gündemine dönmeli… Eğer dönmezse, açlık kapıda…
Abime kaç oy lazım!