Alev üşüyor sen gittin gideli!

Üstadımızın vefatı üzerinden 65 gün geçti. Yarenleri, nurlu kabirlerine koşmaya devam ediyorlar. Üç defa arkadaşlarla, bir defa da ailece gitmek nasip oldu. Her defasında, farklı duygular yaşıyoruz. O kadar etkileyici ki, anlatamam…

Mescid-i Nebevi avlusunda yaşadığım duyguları, evleri önünde asma ile mescit arasında yürürken alırdım. Şimdi aynı havayı, Şehitlik Tepesi’nde hissediyoruz. İnsan, yaşadığı hayatın kokusunu taşır. Bu dünyadan gitse de böyle, gitmese de…

Emin olun, hocamızın vefatına, şu gün olmuş inanamadığımız gibi bu dünyadan gitmiş gibi de hissetmiyoruz. Sanıyorsunuz, birazdan karşılaşacaksınız. Belki de, karşılaşıyoruz ama görmüyoruz. Ölümle hayat arasında, ince bir çizgi var. 

Belki de bir perde… 

Evlerindeki camdan dışarısı görülür ama dışarıdan içerisi görülmezdi. Aynen böyle düşünebiliriz. Kim içerde, kim dışarıda, varın siz karar verin. Veya ölü kim, diri kim!

O, kesinlikle diri…

Ölüm Allah’ın emri ama yarılık olmasaydı. İşte, o ayrılık yok mu, o ayrılık… 

Budur, ciğeri yakan… Şimdi insan anlıyor, neden şarkılar, türküler ayrılık üzerine yazılmış. “Lambada titreyen alev üşüyor”u, açıklamamı istemişti, bir gün. O gün cevabını verememiştim. Şimdi çözdüm, alevin neden üşüdüğünü…

“Lambada titreyen alev” değil, ateş üşüyor, sen gittin gideli!

Bir yandan yakan ayrılık ateşi, diğer yandan üşüten sensizlik…

 Alev, sönme korkusuyla, titrer ve üşür. 

Ateşler içindeyiz ama üşüyoruz. 

 Sırrı çözdüm ama sen gittin!

Gittiğin için, yaşayarak çözdüm!

Orada daha detaylı anlatacağım sana! 

Bugün aklıma gelen bir espriyi, “bunu hocama anlatsam, kim bilir nasıl gülerdi” diye düşündüm. Espri, ağlattı beni… 

Espri ağlatıyor, alev üşütüyor. 

Anla, ne haldeyiz!

Epeyce bir espri topladım. Kavuştuğumuz günü, anlatacağım. 

Bizi bekle!

Yoksa halimiz perişan!

Günahlarımla ve esprilerimle, sana geliyorum!

 “Dünyadan tanıyorum” demen, yeterli! 

Başka bir şey istemem.

Ve yine o son görüşmemizde “camiamdan razıyım, Allah razı olsun” demiştin ya. Razı olduğun, bu camianın bir ferdi gör, daha bir şey istemem. Meğer bizimle veda etmişsin de, haberimiz yok.

Ne yapsak olmuyor.

Eski günler, hayalimden gitmiyor:

Seninle namaz, başkaydı.

 Öyle ki arkandan yüzlerce rekât kılsak, yorulmak nedir bilmeyiz. O davudi ses ve insanı alıp perde ötesine götürüp getiren o manevi iklim… Öldükten sonra mı tekrarını yaşayacağız.

Seninle, Hac ve Arafat başkaydı. Arafat senin gözyaşlarınla ıslanırdı. Milletine, devletine yaptığın duaları, kim yapacak artık!

Seninle tevhit ve salât-u selam okumak başkaydı. “Dağlar ile taşlar ile”yi senden dinlemek, çok daha başkaydı. “Şol cennetin ırmakları”nı yine söylüyor musun? Söylemiyor, yaşıyorsun… Biliyorum.

Düğünlerde “bırakma ellerimi” şarkısını söyleyince duygulanırdın. Demek gitmen, bu kadar yakınmışta, hiç anlamamışız. O pamuk ellerinden,  son bir kez öpüp, “affet” demek isterdim.

Hacda veda vakti gelmiş, ellerini öpmek istemiştik. “Öpmeyin, vedalaşmayın!” demiştin. Hikmetini anlamamış, dinlemeyip öpmüştük. “Kavuşmak çileli olacak” demiştin. Öyle de olmuştu. 

Şimdi vedalaşma ve el öpme olmadı, kavuşmak kolay olur mu üstadım!

“Medine’de yazdığın şiiri, bana getir” demiştin. Şiiri bulsam bile sen gittin. Vakti gelince, yanımda getiririm artık…

Alev üşüyor sen gittin gideli!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön