Trabzon’a, merhum Baş Hoca’mın evine giden herkes, görmüştür Kemal ağbiyi. İnsana mutluluk veren nurani ve mütebbessim çehresi, Allah’ı hatırlatır.
Bazı insanların yüzlerine baksanız, ” İslam’ın tek hak din olduğunu” anlarsınız. İşte Kemal Köroğlu da böyle biriydi.
Allah’ın rahmetine kavuştu.
Uzunca bir zamandır kanser tedavisi görüyordu. Ama yatan bir hasta değildi. Prof. Dr. Haydar Baş hocam, hayatta iken, “Kemal nasılsın, tedavi nasıl gidiyor?” diye sorduğunda “ölümü bekliyorum!” manasında bir cevap veriyor.
“Umut yok…” demeye getiriyor. Baş Hoca merhum da “bir bilsen, seni orada kim karşılayacak, ölüme koşarak gidersin…” diye bir cevap veriyor. Şimdi anlaşıldı ne demek istediği…
Kemal ağbiden önce, hocam gitti.
Kimin aklına gelirdi ki Baş Hoca’mız gidecek ve Kemal’i orada karşılayacak. Kemal Ağbi rahmetli konuşmaya başlayınca, karşısındakine “efendi!” diye hitap ederdi.
İnsanlara adıyla hitap etmek yerine, “efendi!” derdi.
Hocam ile konuşurken de “efendi!” diye söze başlardı. Kendi adı “Efendi” kaldı. Hocam, rahmetliyi çok severdi. Trabzon’daki evini inin bahçıvanıydı. Elinden gelmeyen iş yoktu. Evin etrafını, gül bahçesine dönüştürdü.
Asıl mesleği yorgancılık… 1970 yılında Hocam ile tanışır, o gün bugün, Hocam’ın her işine koşardı. Öyle bir insandı ki, akademisyeninden, çobanına kadar, Trabzon’da tanınır ve sevilirdi. Yıllarca Trabzon’da İcmal Dergisi dağıttı.
Sonra Mesaj Gazetesi’ni köylere kadar ulaştırırdı. Baş Hoca eserleri arabasında eksik etmezdi. Kanser tedavisi oluyor, tedavi umurunda değil, kendini tedavi eden doktorlara “Hoş Geldin Atatürk” veya Milli Ekonomi Modeli kitaplarını verirdi.
Bir Profesör, onun sohbetini saatlerce dinler ve sıkılmaz. Çünkü her seviyede insan ile çok doyurucu ve ikna edici konuşmalar yapardı. Yani doktor mu Kemal beyi tedavi ediyor, Kemal bey mi doktoru, belli olmazdı.
Hemen her insana, Atatürk’ü, Ehl-i Beyt’i, Ekonomiyi, ibadeti, peygamberi, anlatır. Görünüşte bir bahçıvan ama o, sarp kayalıklarda gül yetiştiren Haydar Baş’ın çırağıydı. O yüzden çok farklı bir bahçıvandı. Gönüllere gül dikerdi.
Nasıl yaşadı derseniz;
Kemal Ağbi bir mü’min ve muvahhit olarak yaşadı.
Aşk ve ibadet ile yaşadı.
Zikrullah ile yaşadı, zikrullah ile öldü.
Haydar Baş hocam, ondan çok razıydı.
Allah razı olsun.
Hocam gitti ve sevdiklerini tek tek karşılıyor, baksanıza!
Bizlerin gurbeti ve hasreti, ne zaman biter, bilmiyoruz. Uzun sürer ve yanlışlara düşersek, O’nun yüzüne bakamayız. O yüzden, birbirimize sarılıp, ayrılmayacağız. Ne pahasına olursa olsun…
Kemal ağbi ölümünden 5 dakika önce “Efendi! İyiyim!” diyor, el sallıyor çocuklarına. Ölüm böyle bir şey. Üstadımızın buyurduğu gibi ” nefes alıyorsun hayattasın, alamıyorsun ahirettesin. Ölüm bir nefestir…”
Bir nefes bile elinde olmayan adam!
Sen, neye güveniyorsun!
O musallada, profesör de bir, bahçıvan da…
Efendi!
Güle güle git!
Efendi yâre selam götür!
De ki;
Bahçendeki bütün güller soldu. Anneler ağlar, evlatlar ağlar… Sevenlerin hiç mutlu değiller. Mevsimleri unuttular. Ne baharın farkındalar, ne yazın… Onlar için, mevsim hep kış… Acılarını, türkülerle yudumluyorlar.
Sabah namazlarından sonra, altında bize günün son kelamını yaptığın, o asma bile ağlıyor. Seni seherde selamlayan kuşlar ağlıyor. Bizler nasıl dayanacağız, sensizliğe!..
Özellikle kızlarımız, babasız kaldılar.
Bize değil, sana güvenirlerdi!
Düğünlerde ne güzel oynardın!
Semada meleklerin dansını, yapardın!
Ne de güzel şarkılar söylerdin!
Ruhumuz, senin şarkılarınla; gah semada yüzer, gah Ravza’ya yüz sürerdi…
Ey ruhumuzun taşıyıcısı!
Sensizlik ne kötü…
Bize uçacak kanat bıraksaydın!
Git, EFENDİ git!
Git, bütün bunları söyle!
Hüseyin, emanetlerini yüklendi de!
Hepimiz arkasında, birlik içinde, yürüyoruz de…
