Güneşle olan karanlıktan korkar mı!

Geçmiyor günler…

Bitmiyor acılar.

O kadar büyük bir şoktayız ki, hala atlatamadık.

Her gün, her saat, bir anı gözümüzde canlanıyor. Geçmişe gidiyoruz, tanışma bahtiyarlığına erdiğimiz ilk günlere ve ilk anlara…

Sonra, bugünlere geri dönüyoruz.

“Gidiyorum” diye o kadar uyarmış ama “ölümü” ona yakıştıramadığımız için, duymazdan görmezden geldik.

“Zifiri karanlıktan” söz etti ama “karanlık bize sökmez!” dedik. Güneşimiz bizimle nasıl olsa…

Güneşle olan, karanlıktan korkar mı!

Korkmadık.

Yine korkmuyoruz ama sadece üşüyoruz biraz.

O’nun şefkatli ve merhametli bakışlarını arıyoruz.

Merhameti ve adaleti ile sarmasını bekliyoruz.

Belki işte bunu, bulamayacağız artık.

O yüzden, birbirimize tutunacağız, birbirimize sarılacağız. Anne kucağını kaybetmiş, yavrular gibi… Ve artık, büyüdüğümüzü kabul edeceğiz. “Babam ölünce, büyüdüm” denir ya, öyle işte. Büyüdük hepimiz!

“O bizden, ne yapmamızı isterdi” diye düşünen herkes, doğru yapar. Bir gün bana, “nasıl yazı yazıyorsun?” diye sormuştu.  Ben de, “sizin beğendiğiniz yazılar, ‘hocam yazsa bu konuyu nasıl yazardı’ diye düşünüyorum, sonra tuşlara basan, siz oluyorsunuz” demiştim.

“Aferin, böyle devam et” dedi.

Aynı şekilde devam etmeye çalışıyorum.

Fakat bu sadece yazmada değil, hayatın bütün alanlarında böyle olacak. Bunu başarmak zorundayım, en azından kendi adıma…

Demek istediğim şu ki; Haydar Baş, kıyamet sabahına kadar sönmeyecek bir güneştir. Hayatın her anını Allah için yaşayan, her insan için bu böyledir aslında. “Onlara ölüler demeyin…” den, hikmet, Allah’a kendini adamakla ilgilidir.

“Son nefes için, siyaset yapıyorum” demişti. Sadece bu sözü üzerine dahi kitaplar yazılır. Son nefes için yapılan siyaset, son nefese kadar bırakılmamayı gerektirir. O, bunu son nefesine kadar sürdürdü.

Bedelsiz oldu.

Satmadı, sattırmadı.

Habil ile Kabil’den beri hak-batıl mücadelesi var.

Liderimizin vefatından sonra, eğer Türkiye “bağımsız” olduysa tamam, mücadele vermeye gerek yok. Ya da hocamızın vefatı ile şeytan bizleri bıraktı, bizlerle uğraşmaktan vazgeçtiyse, “Allah” demeyelim, “Ehl-i Beyt” demeyelim.

Yok, böyle bir şey…

“Ayrılıp, dağılmıyoruz, Allah’ın ipine sımsıkı sarılıyoruz.” Ta ki, üstadımıza kavuşuncaya kadar ve tabi ona bakacak bir yüzle, yolumuza devam ediyoruz.

Genel Başkanımız, Hukukçu Hüseyin Baş liderliğinde Bağımsız Türkiye mücadelemiz, son nefesimize kadar devam edecek. Ebedi liderimizin, bizleri çıkardığı kalbi yolculuğumuz da aynen devam ediyor. Bu konuda değişen bir “tasarruf” söz konusu değil.

“Kından çıkmış kılıç” halini yaşatıyor, her gönül sahibine. İnsan, ne büyük bir âlem… Ölümsüz olanda, ölüm de ölümsüz oluyor. Aslında, insan ölmez, beşer ölür. Dil alışkanlığından “öldü” diyoruz.

Üstadımız bizleri, “Ehl-i Beyt” gerçeğine aşina etti. O, bizlere bir harf değil, sonsuz harf öğretti. “Bir harf öğretene 40 yıl köle olurum” Ali, edep ve adap anlayışı içinde olursak, yolunuz karanlığa çıkmaz.

Varsın dünya size karşı gelsin, sen güneşi arkana al yeter ki. Sen güneşle ol, güneş ol, sana karşı gelen yarasa kalsın. Senin kalbin ve yolun doğru olsun, varsın âlem sana “yanlıştasın” desin.

Hakikatin insana verdiği cesaret, başka hiç bir şeye benzemez. Yeter ki hata yapma korkusu taşı, zülfiyare dokunma endişesi taşı…

Sorumluluğumuz iki kat arttı. Hoca Atatürk’ün ve Asker Atatürk’ün bıraktığı, bütün değerler omuzlarımızda… Allah, başta Genel Başkan’ımıza, sonra hepimize yardım etsin.

Güneşle olan karanlıktan korkar mı!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön