Yeni yetme Suud Prensi, "Ilımlı İslam'a geçtik" demişti, hatırlıyorsanız. İngiliz Mezhebi Vahhabilikten, Amerikan Meşrebi Ilımlı İslam'a geçtiler. Suud'un bu çıkışından sonra, 24 Ekim 2017 tarihli yazı başığım "Papazları Kâbe'ye sokacaklar" şeklindeydi.
Dediklerimiz ne yazık ki bir bir çıkıyor. "Bakın görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok", Medine'ye kilise açılıyor. Belki de peygamberimizin mübarek kabri şeriflerinin yanına kilise açılacak. Haç dikilecek. Ilımlı İslam'ın silahsız haçlı işgali demek olduğunu anladık mı acaba?
Yani haçlı seferlerinin amacı aynı ama "Ilımlı İslam" oyunuyla sadece şekil değiştirmiş. Fakat aynı sonuç elde ediliyor. Müslüman toprağına haç dikme, savaşla değil de, içerden buldukları ajanlarca "diyalog" ile gerçekleşiyor.
Ilımlı İslam'ı, ABD, Türkiye'de destekledi AKP oldu. Gülen, Ilımlı İslam'ın halk boyutunda, toplumsal boyutunda sorumlu iken, AKP'de birleşip Ilımlı İslam'ı devlet politikası yaptılar. Papa'nın camilere kadar sokulması, İstanbul'da müftülerle birlikte "huzur duruşu" icat edilmesi, Papa'dan "dua" istenmesi hepsi birer "Ilımlı İslam" faaliyetiydi.
Suud'un yeni girdiğine, Türkiye çoktan girdi ve halen çıkmadı.
Türkiye'de camilere giren Ilımlı İslam, şimdi kutsal topraklara girdi. Türkiye'de "AKP-CEMAAT" titifakı "dinler bahçesine" dönüşen Ilımlı İslam, İslam topraklarında tam bir işgale dönüştüğünü, gördüğümüzde her şey çok geç olacak.
Ilımlılaştıramadıklarını radikalleştirerek Müslüman'ı istedikleri şekle dönüştürdüler. Bugün Müslüman ülkelerde, Türkiye'de başta olmak üzere ya "ılımlı", ya "radikal" veya "siyasal" olmak üzere, üç adet İslam olmayan İslam, tedavüle sokulmuş durumda.
Bunların panzehiri ne peki?
Üç çeşit İslam olmayan İslam ile kendilerine Müslümanları hizmet ettiriyorlar. Emperyalistler bu üç sözde İslam'ı birbirine çarpıştırarak, Müslüman ülkelerin ne yazık ki bakir kaynaklarına çökmekteler. Türkiye'de 15 Temmuz'da ne oldu?
ABD'nin bir "proje partisi" olarak BOP için desteklendiği AKP'yi, yine aynı ABD "hizmet" adıyla şişirdiği başka bir "hareket" ile vurmaya kalktı. Ayar vermeye çalıştı. Olan millete ve özellikle askere oldu. Milletin koruma zırhı TSK, "Kumpaslardan" sonra ikinci kes darbe aldı.
Yani Türkiye'de Ilımlı İslam'ın şahı uygulandı.
"Dinler Arası Diyalog" ve "Hoşgörü" adı altında yenmeyen melanet kalmadı. Yapılmayan ihanet kalmadı. Şimdi dikkat buyurun lütfen, İslam'ın ilk kıblesi Mescid-i Aksa İsrail'in işgali altında iken, şimdiki kıblemiz Suud ailesinin insafı altında, Dinlerarası Diyalog kıskacı ve de işgali altındadır.
Batı'nın "demokrasi" dediği, Irak'a, Afganistan'a ve daha sonra Libya'ya, Suriye'ye neler getirdi, hepimiz gördük, görmeye devam ediyoruz. "Hoşgörü" ve "diyalog" adı altında neler getirir takdirlerinize bırakıyorum.
En basiti ile Türkiye'ye 15 Temmuz'u getirdi. Papazlarla "iftar" adı altında bir araya gelip, Müslüman'a "dinler eşit" zehrini zerk ederek, "Sevgi" veya "hoşgörü" kelimelerini dillerinde düşürmeyenler, ne kadar hoşgörülülerdi, dünya gördü.
"Sevgi" derken Papa'yı veya haçı sevin, "hoşgörü" derken, işgale ses çıkarmayın diyorlar. "Onlarda iman ehlidirler" diyen Nursi ve Gülengiller tam da bunu diyorlar.
Eski haçlı seferlerinde, önce askerler gönderilir, ele geçirdikten sonra papazlar getirilir, haç dikilirdi. Şimdi ki haçlı seferlerinde, tam tersi oluyor. Önce kilise açılıp papaz gönderiliyor, sonra askerlerle işgale geliyorlar.
Haçlı seferleri şekil ve boyut değiştirdi.
Müslüman toplum bünyesi, şayet Papaz ve kiliseyi hazmedemez, alerjik reaksiyonlar gösterir diye de, kendilerinden olan "hoca" kılıklı adamlar buluyorlar. Papaz yanında "hocaefendi" veya "müftü" olunca, hazım kolaylaşıyor, reaksiyon gösterenler, "hoşgörüsüz" veya "marjinal" ilan ediliyor.
Türkiye'de 1998'de "Papalık konseyi misyonunun bir parçası olarak" Papa'ya gidip Gülen el etek öptüğünde, o gün bugün, bu işin "bir işgal projesi olduğu" sadece Prof. Dr. Haydar Baş tarafında dile getirildi. Ve de onlarca yıl, belki binlerce salon programları icra edildi.
Türkiye'deki "diyalog" oyununun karşısında Haydar Baş durdu, şimdi, Suud'ta hem de Peygamberimizin mübarek kabri şeriflerinin yanı başında açılacak bir kiliseye sizce AKP "hayır" der mi?
Atatürk olsa böyle bir şeye müsaade eder mi, soruyorum? Bazılarının "dinsiz" dediği Atatürk, Vehhabi Suud'un efendimizin kabrine dokunma teşebbüsüne karşı, "savaşırım" demişti. Atatürk olsaydı, İsrail dahi kurulmazdı.
Haydar Baş Bey'in mecliste olması, milli ve dini bütünlüğümüz için şart. Bu işin oyun olduğunu, dünyada bilen ilk ve tek kişi Baş Hoca değil mi? ABD'nin İslam'ı İslam ile vurma oyunlarını, ancak bir bilen bozabilir.
Sayın Haydar Baş'ın meclise olması bir dini ve milli gereklilik oldu. İş Baş'a düştü, neden anlamıyoruz?
Gülen herkesi yanıltmış, bir onu yanıltamamıştı. Şeytan salihleri kandıramaz. Allah için, vatan için, Kâbe için duyun sesimizi!
Düşman "ezan" okuyarak, "cübbe" giyerek geliyor. Müslüman'ı avlamak, cübbe ile tekbirle oluyor.
Ülkemiz tehlikede, inancımız tehlikede, imanımız tehlikede ve artık Kâbe de tehlikede, Mescid-i Nebevi de? Ve ne yazık ki, cellâtlar "kurtarıcı" rolündeler.
Ülkemiz, Atatürk'ü merkez görme anlayışıyla kurtulur, İslam, Müslümanlar ve kutsalları ise Ehl-i Beyt'i merkez görme anlayışı kurtulur.
Bir son soru olsun:
AKP iktidarı laikliğe neden karşıydı, hiç düşündük mü? Devlet eliyle millete, ABD İslam'ını dayatmanın önünde laiklik engeldi de ondan.
Laiklik, İslam'ın devlete müdahalesi ile devletin İslam'a müdahalesini engeller. Ne yazık ki AKP, devlet eliyle İslam'a müdahale etti. Amerikan'ın Ilımlı İslam'ını, millete ABD için dayattı.
Şimdi aynı şeyi Suud yapıyor. Vatikan ve ABD isteği, Suudi Arabistan' "ılımlı İslam" diye dayatıldı. Ve gerekleri yerine getiriliyor.
Kâbe'ye papaz getirirlerse şaşmam!
Kutsal yerlerdeki "Müslüman olmayan giremez" levhaları kaldırılır. Ve artık Gülen de ömründe hiç gitmediği Kâbe'ye gidebilir. Bugüne kadar Vatikan'a, Papa'ya, Amerika'ya gitmiş ama Mekke'ye, Medine'ye gitmemişti.