Yemeklerin tadı yok.
Havanın tadı yok.
Suyun tadı yok.
Kısacası hayatın tadı yok.
Toprağın altı, toprağın üstünden daha tatlı geliyor bana… Gerçekten davet gelse, arkama bakmadan giderim. Ama demişti "sizlerin daha yapacakları hizmetler var” diye.
Bekliyoruz…
Bir asker gibi nöbet yerimizdeyiz…
Kaderin bize yüklediği ne ise taşımak için, omuzlarımız hazır. Ellerimiz, kollarımız hazır. Gözlerimiz, parmaklarımız hazır. Aklımız, zihnimiz ve ruhumuz hazır.
Adamlığın para etmediği bu dünyada, bekliyoruz işte, uçuş saatimiz gelene kadar. Liderimize kavuşuncaya kadar, bıraktığı gibi kalana ne mutlu… Peygamberimizin vefatından sonra, koca koca adamlar, ne işler tuttular!
Bilen, biliyor.
Kimisi Ali kaldı.
Hasan, Hüseyin kaldı.
Ebuzer kaldı.
Selman kaldı.
Kimisi de Hüseyin’e, Muhtar kaldı.
Neticede herkes, kaderini yaşadı.
Belki de, herkes niyetinin sonucunu yaşadı.
Peygamber hayatta iken içindekileri dökemeyenler, vefatından sonra döktüler. Asıl imtihan, Peygamberden sonra başladı. Peygamberin hayatı ve sonrasında yaşananlar, kıyamete kadar, Müslüman olanlar için örnek ve çıkartılacak derslerdir.
Peygamberden sonra niceleri imtihanı kaybettiler. Neticede “sahabe” olmak, kurtuluş olmuyordu. “Sahabe” iken, katil olanlar olmadı mı? “Kim mü’min kardeşinin ölümünden bir harf kadar sorumlu olursa, alnına cehennemlik damgası vurulur” hadisi, sahabe olanı bağlamaz mı?
Ayetler, 14 asır sonra geleni bağlıyor da, Peygamberimiz zamanında geleni bağlamıyor mu? 20 asır sonra geleni de ayetler bağlar.
Ne demek istediğim, sanırım anlaşıldı.
Kim ne kadar “sahabe” Peygamberden sonra belli oldu. Hepsi, Ehl-i Beyt eleğinden dökülüp kaldılar. Elekten geçenler Ali ve evlatlarıyla oldular. Geçemeyenler Ebüsüfyan’ın çocuklarıyla oldular.
Bu imtihanın bütünlemesi yok!
Allah, imtihanımızda başarılı eylesin.
Liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş, “son nefes için siyaset” yaptı. Bu yüzden onun siyasetinde yalan olmadı. Aldatma olmadı. Ne aldattı, ne aldandı. Bu dünyada, kimseye minnet etmedi. Kimseye borçlu kalmadı.
Vatandaşın hoşuna gidecek olanı değil, Allah’ın hoşuna gidecek olanı yaptı. Vatandaşın düştüğü yere inmedi, vatandaşı düştün yerden çıkarmak istedi.
Parti liderler halka giderler; o, halkın gelmesini bekledi.
“Ben sizden oy dilenmeye gelmedim, ben sizi kurtarmaya geldim” dedi.
Gerçek liderler öyledir. İnsanların gelmelerini beklerler. Mevlana “ne olursan ol, gel” dedi. Kendi gitmedi. “Bu dergâh ümitsizlik dergâhı değil” diyerek, durduğu yeri gösterdi. Yani davet yaptı, buyur etti.
Diyeceksiniz ki, siyaset başka!
Biz de onu diyoruz, onun siyaseti başkaydı: Son nefes için siyaset!
Üç günlük dünya için, koltuk için siyaset değil…
Amerika için, Avrupa için, yani Batı için siyaset yapmadı. Şahsi menfaat temini için siyasete girmedi. O yüzden, müstevliler, siyasi emellerini tevhit edecek şahsi, şahsi bir menfaat bulamadılar.
Siyasete, Batı’yı inkâr ederek girdi.
“Ne AB, Ne ABD, Bağımsız Türkiye” diyerek girdi.
Batı’yı değil, Allah’ı dinledi!
Amerika’yı dinlese, Cumhurbaşkanı da olurdu, Başbakan da. Çünkü ABD bunu teklif etti. 1995’te “size destek verelim!” dedi. O, elinin tersiyle itti. ABD elçisi ile görüşmeyi reddetti. “Tamam” deseydi, okullarımızı ABD açacaktı.
Biz açtık, ABD kapattı.
Girmeyelim detaya…
ABD’yi reddettiği için ABD, FETÖ belasını başına sardı. Herkes “hoca efendi” derken; o, “Allah belanı verecek” dedi. Evet, Allah belasını gerçekten verdi!
Hem de, beraber yola çıktıklarıyla…
ABD’yi reddettiği için, Baş Hoca, çok ağır bedeller ödedi. O bundan pişman değildi. “ABD desteği ile siyaset yapsaydık veya ABD’nin teklifini kabul etseydik. ABD bizden dinimizi, vatanımızı isteyecekti.” Böyle derdi.
Liderimiz Bağımsız Türkiye okuludur!
O, gönül terbiyesi verdiği insanlara, “bedelsiz” olmayı öğretti. Vatan, devlet ve din için, her bedeli öderiz ama bunları bir bedel karşılığı asla satmayız. Koltuk uğruna, her şeyi satanların karanlık ettiği ülkenin, çoban yıldızları, Baş kadrodur.
Bu kadrodan, emperyalizme değil, yalnız Allah’a kul çıkar.