“Allah’ın ayı”, Muharrem’deyiz.
Muharrem deyince akla, Ehl-i Beyt gelir, İmam Hüseyin gelir. “İmam Hüseyin “ deyince Kerbela gelir. Muharrem ayı, dört haram aylardan biridir. Yani kan dökülmesi, kesinlikle haram olan bir ay…
Cahiliye Arapları bile “haram aylarda” kan dökmemiş, kabile savaşlarına, bu aylarda ara verirlermiş. Gel gör ki, kendini “İslam” diye tanıtan, ordularına ve iktidarlarına sözüm ona “İslami” diyen Emevi, İslam Peygamberinin evlatlarını Kerbela’da, Muharrem’de katlettiler.
Allah’ın “Müslüman’ım” diyen her kulunu bağlayan “Ehl-i Beyti sevin” emri, bunlara işlememiş, “halife” diye bir soysuzun emri ile Peygamberin soyu kurutulmak istenmiş. Merak ediyorum, Allah’ın, “Ehl-i Beyt’e düşman olun!” emri olsaydı, farklı ne olacaktı.
30 bin kişilik sözüm ona İslam ordusu, 75 kişilik bir kutlu kafileyi sarmış ve Peygamber evladı Hüseyin onlara soruyor.
-Ey askerler, beni tanıyor musunuz?
Cevap: Evet seni tanıyoruz.
-Babamın, İmam Ali olduğunu biliyor musunuz?
Cevap: Evet, biliyoruz.
İmam Hüseyin tekrar
soruyor:
-Dedemin, İslam’ın son peygamberi Hz. Muhammet olduğunu, anamın O’nun kızı Fatıma olduğunu biliyor musunuz?
Cevap: Evet, bunların hepsini biliyoruz.
İmam Hüseyin’den son soru: Peki, beni neden öldürmek istiyorsunuz?
Verilen cevap: Seni öldürmemizi “İslam’ın halifesi” emrediyor.
Sözün bittiği yer, işte burası…
Yezit, kendine, “İslam halifesi” diyerek 30 bin asker toplarken, İmam Hüseyin, Peygamber evladı olduğu halde, yanında ancak 75 kişi vardı. İmam Hüseyin ile birlikte, 73’ü şehit oluyor.
İmanın, doğrunun, adaletin ve hakkın sayı ile temsil edilmediğinin, en büyük örneğidir, Kerbela…
Bir taraf hak, öbür taraf batıl…
Bir taraf saray İslam’ı, öbür taraf Peygamber İslam’ı…
Bir taraf İslam’ı saraya bağlarken, öbür taraf İslam’a 75 canı bağlıyor.
Eğer, İmam Hüseyin bayrak açmasa idi, bugün “İslam” diye bir din yeryüzünde yoktu. Gaflet içindeki Müslümanlar, İslam’a ancak Hüseyin gibi bir kurban verdikten sonra, biraz kendilerine gelebildiler.
İmam Hüseyin, henüz 50 küsür yaşta, saçları kınalı…
Bir yareni soruyor, “saçların kendi rengi mi, yoksa kına mı yaktın, kurban olduğum?”. Hüseyin efendimiz, “bizim saçlar dertlerimizin büyüklüğünden, erken ağardı” diye cevap veriyor.
Kıymetli dostlar!
Müslümanlar, bugün dahi, sağlıklı bir Kerbela değerlendirmesi yapmaya veya duymaya kapalılar. Eğer yapmış olsalardı, bugün bu hallerde olmazlardı. Yüz bin cami, yüz bin imam var ülkede, soruyorum, kaçında, Ehl-i Beyt konuşuluyor?
Yezit’e lanet okunduğunu duydunuz mu?
Allah, peygamberinin yoluna diken döşeyen, Ebu Lehep ve karısına, kıyamet sabahına kadar , “tebbet süresi” ile beddua okuturken, peygamber evladını yok edenlere, Müslüman beddua ediyor mu?
Yoksa “Ali haklı, Muaviye haksız değil” gibi bir üçkâğıt mı oynuyor?
Israrla Muaviye’yi kurtarma yoluna mı gidiyor?
Muaviye’ye “hazret” mi diyor. “Vahiy kâtibi” diye olmayan bir paye mi veriyor. Bu, Peygambere hakarettir. Bir Peygamber hâşâ sümme hâşâ “Evladı Hasan’ı zehirleyecek birini tanımıyor, mucizeleri buna yetmiyor”, hiç olacak şey mi?
İmanda, İslam’da, üçkâğıt oynamak olmaz. Akaitte kumar oynanmaz. Bahis yapılmaz.
Muaviye’yi değil, kendinizi kurtarın!
Her can, “De ki, peygamberliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum, tek istediğim Ehl-i Beyt’imi sevmenizdir” ayetine sarılacak. Ancak kurtuluş böyle olur.
Ehl-i Beyt gerçeği dururken, “paralel” ve çakma bir “Ehl-i Beyt” oluşturup adına, “Ehl-i Sünnet” demek, yeni Kerbelalara sebep olur. Emperyalistler, bu çatlaktan girip, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırıyor.
“Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir, ona binen kurtulur” hadisi ortada iken, “Ehl-i Beyt’im gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtuluşa erersiniz” uyarısı varken, farklı kurtuluş gemisi arayanlar, gözlerini açtıklarında, kendilerini ABD ve İngiliz gemilerinde bulabilirler.
Yani artık olay sadece bir iman meselesi değil, olay bir beka meselesi olmuştur. Alevi ve Sünni yahut Şii ve Sünni, Ehl-i Beyt’te buluşmadıkça, hakikati bulmaları, asla mümkün değil…
İmam Ali’ye tabi olanlar, Sııffin’de, Muaviye’nin mızrak ucundaki Kur’an ile kandırılmaları, canlı Kur’an Ali ortada iken, siyasetin mızrak ucundaki kâğıt Kur’an’ına takılmaları, bütün yanlışların başı olmuştur.
Malik Bin Eşder’e lazım olan 10 saniye verilseydi, Muaviye ölmüş olacaktı. Hasan ve Hüseyin kurtulmuş olacaktı. Belki, İslam dünyası, Şii- Sünni diye, bugün bölünmemiş olacaktı.
Kimse, “bu olay tarihte kalmış” gibi işi saflığa vurmasın. Olay üzerinde 14 asır geçti ama senin ülkende kapılara, çarpı konuyor. Demek ki, bir sorun var. “Lideri Şii” diye, halen devrilmek istenen bir yönetim var.
Dünyanın dört bir yanından, bu Şii lideri devirmek için, topraklarımızın dibinde yüz binler var. Letanyahu orada, onu devirmeye çalışmıyorlar ama Esad’ı devirmeye çalışıyorlar. Çok ilginç değil mi? 14 asır önce olmuş olay, seni nasıl da ilgilendiriyor, anladın mı şimdi. Emperyalistler, bulduğu çatlaktan, yarıktan girmiş içine!..
Emperyalistler ne Şii ne de Sünni!
Müslüman, kafana akıl koy!
Müslüman! Kafana akıl koy