Kurtuluş Savaşı döneminde mütareke basını vardı; işgal güçleri hesabına çalışan, içeride mandacılığı savunan, “bizden adam olmaz” diye milleti düşman safına çağıran, milli mücadelecileri fitne çıkarmakla suçlayan, başka ülkelerin boyunduruğu altına girmenin en akıllıca iş olacağını savunan yazılar yazarlardı. Hatta işgal güçlerini “ehveni şer” olarak yorumlayan hainler bile vardı.
Şimdi de farklı basın-yayın grubu, elinizdeki bu gazete dışında maalesef yok gibi. Her gün şehitler verdiğimiz şu günlerde “Çağdaş mütareke basını”, tıpkı geçmişte olduğu gibi gerçekleri yazmak yerine, en az terörist kurşunu kadar acı tavır ve davranış içine girmektedir.
Daha şehitler yerde iken Tıkırtı-Haber adlı kanalda terör konuşuluyor. Konuşan iki kişi adeta “bunlar PKK’lı mı?” diye konuşuyor hayret edersiniz. Birisi BDP Başkanını övüyor ve diyor ki “Kendi ölülerini saymadı, sekiz eve ateş düştü” dediler. Aslında sekiz değil yirmi sekiz eve ateş düştü, bunlar da onların şehidi, çünkü öyle diyorlar.” Yani kendileri BDP başkanının eksik bıraktığı şeyi tamamlayarak “deseydi yanlış olmazdı ama demedi” yani çok büyük lütufta bulunmuş bu başkan!
Şehit haberleri gündemin ikinci veya üçüncü sıralarında, bir ya da iki şehit ise habere dahi konu değil, şayet sekiz, on tane ise habere konu. Ama millet lehine değil, terör lehine, maalesef açılım politikalarına malzeme yapılmaktadır. Milletin yüzüne baka baka bir de utanmadan “Kanın durması için taşın altına elini koymak gibi” sözlerle terörün mesajını iletmekteler.
Teröristin ayaklarına serilen hukuk yetmezmiş gibi, bir de milleti suçlamaktalar. Ama sadece suçlu bunlar değil, Sayın Başbakan son seçim öncesi “Fidanlarını” Oslo’ya gönderip katillerle “Müzakere” yaptırdıktan sonra, millet yüzde elli oy ile ödüllendirdi AKP iktidarını. AKP’ye verilen destek bizlere “açılım” ve şehit olarak geri dönmektedir.
Bir türkünün sözleri şöyle: “derdim çoktur hangisine yanayım.” Bizim de derdimiz çok hangisine yanalım? Her gün gelen şehitlere mi ağlayalım, teröristle “müzakere” eden bir iktidarı din gibi savunan gözü ve gönlü kararmış, nasipsizlerin öncülüğünde kandırılan, uyutulan milletimize mi ağlayalım?
PKK öldürmeye devam ediyor, iktidar ise “hiç bir güç bizi müzakereden alıkoyamaz” diyor. Mütarekeci basın ise hemen devre yaparak “Efendim büyük gelişmelerin arifesinde bu terörü kim yapmış olabilir? PKK böyle bir şeyi yapmaz! PKK’nın böyle bir şey yapması için deli olması gerekir, resmi olmayan PKK yapmış olabilir!” tarzında akıl, izan dışı yorumlar yapıyorlar.
Devlet ya da AKP (gerçi arada bir fark kalmadı ya) PKK ile masaya oturunca, terör örgütü makam atladı, sözde devlet statüsüne kavuştu adeta. Mütareke basını da durumdan vazife çıkararak PKK’yı cicileştiriyor. Suçu hemen derin devlet imasında bulunarak, askere atıyorlar. Asker iktidarın emrinde kontrolünde öyle ise imaya gerek yok ki işin içinde iktidar var diyebilir miyiz?
Yahu kardeşim devlet mi kaldı asker mi? Olsa bütün bunlar olabilir mi? “Derin İsrail” ve “derin Amerika” ajanları, tarla sıçanları gibi böyle rahat dolaşır, konuşur mu? Vatan evlatları birer, onar toprağa girerken artık ezberlediğimiz o bildik açıklamaları dahi dile getirmeye tenezzül etmiyorlar. Neden etsinler ki; tepkili bir millet yok artık karşılarında, uyuşmuş, uyuşturulmuş PKK’dan aman dilemeyi içine sindirmiş, açılım politikalarında medet uman çaresiz bir toplum var.
Devlet başsız, millet sahipsiz. Bu, milletin tercihiydi şüphesiz. Sevgili peygamberimiz “Akıllı mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz” buyuruyor. Biz aynı delikten tekrar, tekrar ısırıldık. Bırakın akıllı olmayı canlı bile olmayan ölüler gibiyiz. Millet olarak bizi diriltecek milli politikalara ve Ehl-i Beyt’in diriltici nefesine ihtiyacımız var.
Artık yeter, devlete, millete Baş gerek. Hem de Prof. Dr. Haydar Baş gerek…