Ülkemizde gündem o kadar değişiyor ki; yazdığımız günlük yazılar dahi eski kalıyor ve yeni gündeme yetişemiyor. Başbakanın daveti üzerine “Gelemem” diyerek ağlayan Hocaefendinin söyledikleri eskimiş oldu, Dağlıca ve Suriye gündemleri yanında.
Hocaefendi demişti ki, “Nefsime uydum, yanlışlar yaptım, sesimi ayarlayamadım, benim maksadım Muhammedi Nur’un yayılması idi…”
Tabi herkesin bildiği gibi İslam’da “günah çıkarma” yok, herhalde Hıristiyanlıkla karıştırdı, Hoca efendi! İslam’da tövbe vardır. Müslüman yaptığı günahlar için kamera önünde şov yapmaz, sabah namazında sonra Allah’ı zikreder ve nasuhi tövbede bulunur.
Allah affeder ya da etmez. O’nun takdirindedir. Hocaefendi nefsine uyarak neler yapmış bilemeyiz, o Allah ile kendisi arasında ancak biz ecnebilere uyarak düştüğü yanlışların sadece bir kısmını hatırlatalım.
İnsan nefsine uyarak yaptığı hatalardan tövbe ederek kurtulabilir ama tüm Müslümanları ve milletimizi ilgilendiren konularda sadece tövbe ederek, ağlayıp sızlayarak kurtulamaz. Bu yeterli değil.
Şüphesiz bunun da tövbesi var ama öyle şovla olmaz. Önce gittiği yolu terk edecek, sonra o yoldan ne kadar Müslümanın gitmesine sebep olmuş, itikadının bozulmasına neden olmuş ise, onların yeniden kazanılması için yanıldığını itiraf edip doğruları söylemesi gerekir. Bu da yetmez tüm Müslümanlardan özür dileyecek.
İnsanın nefsine uyması da günahtır ama Yahudi ve Hıristiyanlara uyması yanında hiçbir şeydir. Nefsine uyan günahkâr, ama Ehl-i Kitap denilen Yahudi ve Hıristiyanlara bilerek uyması durumunda ise kâfir olur.
Yani Hocaefendi on beş yıldır yaptıkları icraatları “nefse uymak” gibi basite indirger ise, bu yapılanları kamufle etmek anlamına gelir ki, Hocaefendiye yakışmaz.
“Baş örtmek imanında, İslam’ın şartlarında değil teferruattır” diyerek 28 Şubat kadrosuna şirin görünmek amaçlı açıklama ile İslam’ın örtünme hükmünü adeta inkâr etmişti. Çok sayıda Müslüman kadın bu açıklamadan sonra başını açtılar ve örtünmenin İslam’da olmadığını iddia ettiler.
Papaya verdiği bir mektup ile tüm Müslümanları suçlayarak, “üç dinde haktır” gibi bir görüşü dile getirmiş ayrıca “Papalık konseyi misyonunun parçası” olduğunu söylemişti. Oysa Allah Yüce Kitabında “Allah katında din İslam’dır” buyuruyor.
“Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz” ilahi emrine karşı gelerek papaz ve hahamlar ile “iftar” adında toplantılar yapmışlardı. Karşı gelenleri ise “hoşgörüsüz” ve “dar kafalı” olarak suçlamıştı.
Papa “İslam ırkçı bir dindir. Çünkü Müslüman kadının Hıristiyan ile evlenmesine müsaade etmiyor” demişti. Şanlıurfa’da Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği bir tören ile Müslüman bir kadın, Hıristiyan bir erkekle evlendirilmişti. Bu vakfın onursal başkanı o zamanlar Hocaefendiydi. Acaba bu toplantıyı Papa’yı memnun etmek için mi düzenlemişlerdi?
“Kelime-Tevhidin ikinci kısmını (Muhammet Allahın Resulüdür) söylemeksizin sadece birinci kısmını söyleyenlere rahmet nazarıyla bakmalıyız” diyen Hocaefendi bir başka yazısında ise “Allah’ı kabul iman, Resulü kabul kemal” demişti. Hâlbuki kelime tevhidin tamamını söylemedikçe asla Müslüman olunmaz. Hocaefendinin söylediği din, İslam değil Amerikan İslam’ı denilen “ılımlı İslam’dır.
“Küresel barışa doğru” adlı eserinde ise Hocaefendi “Kuran’ın Yahudilerle ilgili kötüleyici beyanları vardır. Bunlar o dönemin Yahudileri için geçerlidir, yoksa bugünküler için aynı şeyi söylemek yanlıştır” ifadeleri ile hâşâ Allah’ı cahillikle suçlamış, Kuran’ın ise tarihselliğini iddia etmiş oluyordu.
Ünlü Abant toplantılarının birinde ise şakirtleri “Akıl ile vahiy çatışırsa aklı tercih etmek gerekir” demiş, “Akıl vahiyden üstündür” görüşünü dile getirmişlerdi. Üstelik bütün bu icraatlardan sonra; maksadının “Muhammedi Nur’u yaymak” olduğunu iddia etmek ise son derece iki yüzlülüktür. Anlaşılan Muhammedi nuru, peygamberi inkâr ederek yayıyormuş Hocaefendi!
Sadece bir kaçını buraya sığdıra bildiğimiz icraatlar bize gösteriyor ki; Hocaefendi sadece nefsine uysa bir şey değil. Papazlara, Hahamlara Yahudi ve Hıristiyanlara da uymuştur.