Baki Hocam; bu dünyadan göçeli tam on yıl olmuş, bu dünyada Baki kalan onun hoş bir sadasıymış. Dünyada, ölümden başkası gerçekten yalan imiş, ayrılığa dayanmanın tek teselli kaynağı ise ahirette görüşme umudu olsa gerek…
Baki Hocamı ilk yakından görme şerefine 1988 yılında Elazığ’a geldiklerinde nail olmuştum. Dünyada en çok sevdiği insan Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızla birlikte gelmişlerdi. Hocamız kendilerine sohbet etmesini rica etti, O da hocamızın huzurunda, büyük bir saygı, hürmet ve edeple yüzlerce üniversiteli gence sohbet etmişlerdi.
Hocamızla aynı yaşta ilk ve ortaokulu birlikte okumuşlar, sonra lise ve üniversiteyi birlikte tamamlayıp, askere dahi birlikte gitmişler, hayatı birlikte yaşamış ve tüm idealleri birlikte paylaşmışlardı.
Baki Hocam; bir okuldu, ilim ve irfan pınarı çok muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocamdan istifade etmenin, O’na talebe olmanın yolunu, yordamını yaşantısı ile gösteren canlı bir okul…
Yorulmak bilmeden; İslam’ın öten bülbülü ve demir çarığı ile Anadolu’yu karış karış dolaşan bir alpereni idi.
İlk görünüşte çok sert ve heybetli bir duruşu vardı, soru sormaya veya yaklaşmaya insan elinde olmadan çekinirdi. Ancak bir o kadar da yumuşak, adeta öfke ve sinirden, hatta nefisten arınmış insan görünümlü bir melekti Baki Hoca…
O kadar güler yüzlü ve aydınlık bir siması vardı ki, adeta şahadetinin nişanı alnındaydı da, biz insanlar bunu göremiyorduk.
Ben dalak ve ciğer büyümesinden hastalanmış, çaresiz ateşler içinde yanıyordum, bunu duymuş ve beni aramıştı. “Yeğenim geçmiş olsun” dedikten sonra, Kilis zeytinyağı yememi, hatta içmemi ve Allah’ın Hak ve Hay ismini her gün okuduğum virde ilaveten zikretmemi emir buyurmuşlardı. Doktorların çözüm bulamadığı bu rahatsızlığım o günden sonra, tarih olmuştu.
Beni her gördüğünde “doktorun olduğumu sakın unutma” diyerek takılırdı. O merhamet dolu, terbiye ve adap timsali bir baba idi.
Bir gün bir yolculukta Meltem Radyo’yu dinliyoruz. “Namus belası” diye bir türkü seslendirildi. Radyonun genel müdürü ise Oğlu kıymetli Ahmet Bektaş idi. Hemen aradılar “Evladım bu türküyü bir daha çalmayın, namus niçin bela olsun ki?” dediler.
Çok ölçü sahibi bir insandı Baki hocam.
Elazığ’da Türbe açılışındayız, aslen Elazığlı Ermeni asıllı bir İlahiyatçı Profesör; “türbenin bidat, evliyanın hikâye” olduğunu saçmalayıp durmuştu.
“Bu nimeti Haktan bilmek gerektir/çeşmiri-hubarını silmek gerektir” diyerek söze başlayıp onu kalabalık bir ortamda sıfırla çarpmıştı adeta. “Bir daha Elazığ’a gelmeyeceğim” diyerek kaçıp gitmişti, “ateşli Profesör…”
Benim yükseklik korkum vardı, uçağa mümkün derece binmezdim. Şayet binersem inene kadar büyük korkular yaşardım.
Birlikte Malatya’ya gidiyoruz yükseldik, ben korkmaya, titremeye başladım. “Ne oluyor yeğenim” dedi. Ben, “Hocam sallanıyoruz” dedim. Baki hocam, “uçuyoruz evladım elbet sallanacağız” deyince kendime geldim. Sonra bir şey okudu ve yüzüme üfledi o gün bugün uçak korkusu nedir bilmiyorum.
Yine bir gün Baki hocamla yolculuk yapıyoruz, aracı ben kullanıyorum ve merhum Ali Gedik Hocam da bizimle birlikte. İkisi arasında öylesine güzel bir kardeşlik havası vardı ki bunu unutmak mümkün değil. Kitaplarda yazan İslam kardeşliğinin canlı örneğiydiler. Çok şakalaşırlardı; araçtayız gecenin ikisi ya da üçü yollar zifiri karanlık…
Ali hocam, “camları kapat”, Baki hocam ise sürekli “aç” diye beni uyarıyor.
Ben iki arada bir derede kalınca, içimden şöyle düşündüm “Baki hocamla çok birlikte olamıyorum, ama Ali hocam ile her gün beraberim, Baki hocamı dinleyeyim…”
Devam ediyoruz Ali hocam merhum “sağda dur” dedi bana.
Ben de, bir dinlenme tesisinde durayım düşüncesi ile yola devam ettim, tekrar “sağda dursana oğlum” deyince aracı sağa çekip durdum.
Zifiri karanlık, ortalıkta in, cin yoktur. Ali hocam arabadan indi, kapıyı sertçe kapattıktan sonra “size hayırlı yolculuklar” dedi.
Ben şaşırdım Baki hocam gülümsedi, araçtan indim Ali hocam yürüyor, koştum koluna girdim “Hocam ne oldu, neden böyle yapıyorsunuz?” Bana döndü, gülerek “oğlum bu arabada sadece Baki hocan mı var? Ali hocanı sattın, anlıma bak saf yazıyor mu, yazıyor mu?” dedi araca döndük Baki Hocam, gülüyordu.
Meğer iki kadim dost, iki Hak aşığı; birbirlerine cilve yapıyor, uykunun tatlı saatlerinde uyuklayıp kaza yapmayayım diye şakalaşıyorlarmış.
Allah şefaatlerini bizlere nasip etsin…