Biraz, eski günlerden bahsedeyim; Rahmetli, Celal Mısır, Ali Gedik, Baki Bektaş‘lı yıllardan. Üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş‘ın etrafında pervane gibi dönen bu erlerin olduğu günlerden…
Ne günlerdi, Allah’ım!
Önce, Celal Mısır’ı kaybettik. 56 yaşındaydı, öldüğünde ama 156 yıllık çalışma yapmıştı sanki. Edep timsali idi. Baş Hoca’nın edebi, Celal Mısır olmuştu bizlere. Geçirdiği trafik kazası bile onu çalışmalarından alıkoymadı.
Sakat halde Kartal marka aracın arkasına attığı bir döşek üzerine uzanarak, bütün Karadeniz’i, Doğu ve Güneydoğu illerimizi gezerdi. Talebe iken çok güzel günlerim oldu ‘Celal Aga‘yla.
Lise yıllarımda Malatya’ya çöreklenen “radikal” fitnenin, düşünce ve duygu dünyama zerk ettiği zehirler, bu saydığım insanların yazıları ve de Celal Mısır’ın gönül sohbetleriyle yok olmuştu. Aşk yolu nedir, o zaman fark ettim.
Bir gün, Harput’tan Elazığ’a bakarak çaylarımızı yudumlarken bir arkadaşın “İslam nedir?” sorusuna verdiği, “Çocuklar, İslam aşktır…” cevabını ölünceye kadar unutamam. İslam’ın aşk olduğunu, bize yaşayışıyla gösterdi.
İlk tanıştığım günler, çok soru sorardım.
Aradan bir yıl kadar bir zaman geçmişti, bir gün “sorusu olan yok mu?” dediğinde, haliyle en çok soru soran, bana baktı. “Senin yok mu sorun!” dedi. Ben de “hayır hocam, sorular bitti!” dedim. Kahkaha atarak güldü. “Demek, sorular bitti!..” dedi.
Baş Hoca, “Celal abim!” derdi. Ali Gedik için ise “Ali abim!” derdi. Haydar Hoca’nın “abi” dediği, güzel insanlar. Talebelerine “abi” diyen, Baş güzele, ne demeli…
Ali Gedik de bir okuldu resmen;
Melek insan şekline girse herhalde, “Ali Gedik” şeklinde görünürdü. Müthiş bir hitabeti vardı. Güler yüzü, kibarlığı, hayran bırakırdı. Tam bir İstanbul beyefendisiydi. O’nu tanıyan insanın, sevmemesi mümkün değil.
İstanbul Bahçelievler’de okul açtı, Baş Hoca’nın emri ile. Kısa zamanda, İstanbul’da 3, Türkiye genelinde ise 10’na yakın okul açtı.
Bir gün bir veli geldi, çocuğunu okula kaydetmek istiyor. Yeniyiz, talebeye ihtiyacımız var, yıl 1995. Dedi ki, “okulunuza bir şartla kayıt yaptırmak istiyorum. Benim çocuğuma Andımız ‘ı, İstiklal Marşı’nı Gençliğe Hitabe’yi okutmayacaksınız!”
O kadar nazik ve kibar adam, kalktı ayağa, “Def ol git! Seni ayaklarımın altına almayayım!” FETÖ’nün okullarına dokunmayan 28 Şubat, gelip bu okulları kapattı.
İşte, Haydar Baş kadrosunun, ilk yetiştiricileri böyle insanlardı. Baş Hoca ile birlikte, yola çıkmış bu üç adam, İcmal neslini yetiştirdiler.
Dindar Atatürkçü, Ulusalcı, Milliyetçi, bir kadro yetiştirdiler. Ne dinle kavga eden, ne de devletle; dindar ve devletçi… Bu nesil, kavgalı bir toplum yetiştiricilerinin tek panzehiri, bir nesil…
Baki Bektaş’ın o, “yeğenim!” hitabı, unutulur mu!
Hadis hocasıydı, öğretmendi. Baş Hoca’nın “ilkokulda, lisede beraberdik, askerde beraberdik, hep beraber olduk, cennete de beraber oluruz inşallah…” dediği, çocukluk, gençlik ve dava arkadaşı…
Baki Hoca, aslan yürekli bir adamdı. Bizlere karşı, çok şefkatliydi. Görüntüsü heybetli, soru sormaya korkarsınız. Ancak o “müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetli...” diye tarif buyrulan Kur’an’ın mü’min çerçevesine tam uyan bir insandı.
İşte, bunların hepsini kaybettik.
Dahası, Baş Hoca’mızı kaybettik.
Dünyada kaldık, yapayalnız.
Bizlere, bir şey hariç, her şeyi öğrettiler: Haydar Baş’sız olmayı öğretmediler. İşte bu konuya hiç çalışmamıştık. Kader bize sorusunu, hiç çalışmadığımız yerden sordu.
O, başka bir âlem…
Vuslatın başka âlem, sen bir ömre bedelsin!
Sen bir asra bedelsin!
Okyanusa, ummana açılmış gönülleri, hangi dere ile kandırabilirsiniz. Tımarhanelik deli, her zaman çıkar ortaya, aldırış etmeyin. Baş Hoca’mızı ve bu ilk üç adamını, minnetle, rahmetle anıyorum.
