Vahşi kapitalizmi adliyede gördüm!

Bugün size etkisinden kaldığım iki kareden söz edeceğim: Geçen Cuma, Bakırköy Adliyesi'ne gitmiştim. Soğuk mu soğuk duvarlarına bakarak, 'saray' yazan kapısından içeriye girdim.
Adliye ve Saray kelimeleri yanyana gelince, insan daha da geriliyor. Adalet saraydan mı çıkacak, adliyeden mi, insanın içine şüphe düşüyor. "Avrupa'nın en büyük adalet sarayları bizde" diye övünürüz ya,  işte o saraylardan biri…
Adaletiyle değilde, büyüklüğüyle övündüğümüz saraylardan biri… Adalet yerine, betonla övünmek, bizlere has bir özellik.
Neyse!
Saray'a girdim, yani adalet sarayına, bulduğum boş bir banka oturdum. İki kadın, ellerinde süpürge, yerleri süpürüyorlar. Dikkatle ve ibretle baktım. 
Kendimi taş devrinde hissettim, irkildim… Oylarını 'ak'a verdikleri kesin. Kapalı, örtülü, hanımlar. Fark etmez, açık veya kapalı olmaları…
Düşündüm, kadınlarımız daha iyi işlerde çalışamazlar mı?
Bu kadınlar yalnızca kendi evini süpürseler mesela, olmaz mı? Bunları sabahın köründe evlerinden çıkartıp, buraları süpürmeye mecbur eden sisteme kapitalizm denir işte. 
Kadınlar, daha ellerini sıcaktan soğuğa değdirmeden, geçimlerini sağlamaları mümkün değil mi? Mesela alacakları asgari ücreti, devlet veremez mi? Evinde yaptıkları işleri, "kamu hizmeti" gören bir sistem yok mu?
Kapitalizmin vahşiliğini, insafsızlığını ve imansızlığını tarihe gömen bir tez, gerçekten yok mu?
Yani bu hanımlar duymadılar mı, "Vatandaşlık Maaşı"nı, Ev Hanımı Maaşı"nı? Evini temizlediği, yemek yaptığı, çocuk büyüttüğü için, kadınlara bakmayı "Sosyal Devlet"in gereği olarak gören, bir "Baba Devlet" anlayışı yok mu? 
Kadınlarımız çalışsalar da evlerinde bu işleri görüyorlar, çalışmazsalar da. Kadınlar çalışmasın demiyoruz. Devlet ihtiyacını karşılasın, çalışıp çalışmamakta hür olsunlar. 
Özgürlük budur işte! Kadını çalışmaya mecbur etmeden, çalışıp çalışmama hürriyetine sahip kılmaktır. 
Kapitalizmi bu iki kadında gördüm.
Vahşi kapitalizmi, bugün adliyede gördüm!
Adalet sarayında "adalet" görmeye gittim ama kapitalizmi gördüm. Bu kadınlar, kapitalizmin sadece kurbanları değiller, aynı zamanda hizmetçileridirler. Kendileri için doğan bir sisteme, oylarıyla engel oluyorlar.
Çok sevdiği annesi için, Türk kadınlarına özel, bir sistem, bir tez, bir model yazıldı, bu kadınlar, bunu ellerinin tersiyle ittiler.
Bunlara acımak caiz bile değil. Onlardan birinin kardeşin olduğunu düşünüp ağlamak, emin olun haram!
Ülkenin zengin kaynaklarını, işçiye, çöpçüye, çiftçiye, kadına, çocuğa, yaşlıya ve gence, bütün bir millete, 80 milyona, adil bir dağılım ile dağıtmaya, "hayır" demek akıl kârımıdır. Bu toplum, öğrenilmiş çaresizliği "şükür" kılıfıyla "kulluk" diye yutmuş.
Prof. Dr. Haydar Baş'ı, dünya duydu da, Saray'ın süpürgecileri duymadı. Müslüman ülkelerde din bile kapitalizme hizmet ediyor. Vahşi kapitalizm, "şükür" ve "kanaat" hapları ile "din" diye yutturuluyor. 
Sosyalizm, "din afyondur" derken, çokta yanlış demiyor. İndirilmiş din uyandırır, uydurulmuş din uyutur. Uydurulmuş din, Allah'ın değil.
Din aklettikten sonra şükretmeyi ister. Adam akletmiyor, şükretse ne olur? Küresel kurtlara kuzuları ver, sonra şükret!
Ne güzel, kapitalist dişe göre din!
Kapitalizm, dinimizi bile ele geçirmiş. Camide imam, kapitalist işçiden başka bir şey değil. Kimse kendini kandırmasın. İmamlar hele, ne bizleri, ne de kendilerini kandırmasınlar. Allah'ın dinini anlatsınlar.
Ali'yi, Hasan ve Hüseyin'i anlatsınlar. Ebuzer'i anlatsınlar. Bakın, imamlar bile zengin olan sahabeleri anlatıyor, fakir sahabeleri, es geçiyorlar. Gel de, kapitalizm camiye girmemiş de!
Ehl-i Beyt'i neden anlatmazlar? 
Neyse…
Ben ikinci kareyi anlatayım en iyisi!
Önceki gün yılbaşı akşamı… Çarşıdayım. Birden üç tane kafa sarıklı genç çıktı, ortaya. Dersin herkes "gavur", bunlar Müslüman. Bir o kadar da böbürlenerek, cübbelerini yolun, pisliklerine sürercesine yürüyorlar.
Önüne geleni durduruyorlar. "Yılbaşı kutlamayın!" diyorlar. "Din zabıtası" olmuş beyler. Kutlanır, kutlanmaz tartışmasına girmiyorum. Ömrümde hiç yılbaşı kutlaması yapmadım. Bunu da, belirteyim.
Ama bunları görünce, "ulan al şurada bir hindi, kes, afiyetle ye!" dedim içimden. Hindi yemek caiz mi, caiz. İstediğim her akşam yiyebilir miyim, evet. Yılbaşı gecesi de olsa, hindi yenir mi, yenir.
Niye haram olsun, niye günah olsun…
Bu dangozların derdi, "haram-helal" konusu değil. Verilen "görevi" icra ediyorlar. Kendileri farkında veya değil. Onlar, bu ülkede planlanan iç savaş provalarında rol sahibi olacaklar. Kendilerini hatırlatıyorlar.
Göreceksiniz, bunların hepsi "görevliler". "İsraf haram" demezler, "devlet malı yemek, çok büyük günah" demezler. "Hırsızlık, torpil, adam kayırmacılık günah" demezler. Ama özellikle o gün, "günah işlemeyin" diye dolaşırlar.
Vatandaş burnundan soluyor. Diyelim o insanlar, bir kavgaya karıştılar ve kan döküldü, alın size iç savaş. ABD'nin 'mücahitleri' hep Afganistan'da değil ya, gördük Suriye'de ne kadar kafa kestiler, tekbirlerle…
Bıyıklar sıfıra vurulmuş, sakallar uzatılmış, sarık cübbe sarılmış, içinde ne kadar CIA casusu var, belli değil. Belli olmazsada, onların vazifelerini icra ediyorlar. 
O dolaşanlara sorun bakalım, "Atatürk'ü severmisiniz!" diye. Akrep gibi ateşlenirler. Biraz önce "sevap"tan söz edenler, başlar küfürler savurmaya…
Sarık cübbe ile rahatça dolaştıkları ülkeyi kendilerine hediye eden insana, "kafir" derler nasipsizler. Bu ülkede, çok büyük dertler var. Hangi birini çözeceğinizi şaşırıyorsunuz. 
Dinlersek, hepsini toptan çözen var. Her sorunun  bir çözüm formülü var ama bilene, görene, köre ne!..
Vahşi kapitalizmi adliyede gördüm!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön