Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’de bir deney sonucu dünya ile paylaşıldı. Deneyin konusu, manyetik alanda ışık hızına kavuşturulmuş parçacıklar çarpıştırılarak ortaya neyin çıktığını bulmak. Kısaca merak diye biliriz ama sadece merak değil tabi…
Bu deney sonucunda evrenin nasıl oluştuğunu, oluşmasından öncesine ve sonrasına ait bilenmeyenleri bilmek ve görmek hedeflenmektedir. Yaratıcıyı bilmek, deneyin amacı olmasa da, sonucu olduğunu tartışmalara bakarak söyleyebiliriz.
Şimdi bu deney sonucunda elde edilen bulguların hem eksik, hem yanlış olduğunu söylesek on milyar dolar harcayarak binlerce bilim adamına saygısızlık yapmış olur muyuz diye korkuyorum. Ama maksadımı anlatmak için söylemek zorundayım, beni bağışlasınlar.
Zahmet etmişler, boşuna masraf etmişler, bunun yerine Prof. Dr. Haydar Baş beyin bu konularda bir görüş ve düşüncesi var mı diye merak etseler çok daha iyi olurdu.
Yaklaşık 17 yıl önce Haydar Baş Hocamız Türkiye genelinde verdiği konferans serilerinde, evreni anlatarak Allah’ın ne kadar büyük güç ve kudret sahibi olduğunu beyan buyurmuş, “ne zengin Allah” diye sayha atıp kendinden geçmişlerdi.
Bu konuşmasında atom ve atomdan küçük parçacıklardan bahsedip zamanın, kütlenin ve mekânın ne olduğunu anlatarak, bugün deney sonucunda büyük buluş diye sunulan yanlış sonuçların doğrusunu anlatmışlardı.
“Allah her an bir oluştadır” ayetinde Allah tecelliden bahsetmektedir. Tecelliler anı, anlar zamanı oluşturur. Zamanın görünümü ise mekânı, yani kütleyi oluşturur. Yani bizim mekân veya kütle olarak gördüğümüz her şeyin aslı tecelliden başka bir şey değildir.
Tecelli dursun kütle yok olur, ortada madde diye bir şey kalmaz. Aslında bizim gözümüzle gördüğümüzü zannettiğimiz şeylerde bir göz yanılmasından ibarettir. Yani hepimiz serap görüyormuşuz.
Kısaca Üstadımızın söylediklerine bakarak şunu söyleyebiliriz: “Her şey tecelliden ibarettir. Gördüklerimizin aslı, yansıma ve göz yanılması olup gerçekten Allah’tan başka hiçbir şey yoktur.”
Deneyin sonucunda parçalanamayan parçacığı “Tanrı parçacığı” diye adlandıranlar, yakın tarihe kadar bu parçacıkların sürekli yenilendiğini bilmiyorlardı. Parçacığın enerji olduğunu da bilmiyorlardı, tabi yaklaştığı parçacığı kütleye dönüştürdüğünü ise yeni öğrenmişler. Kısaca bu Batılılar aslın da hiçbir şey bilmiyor
Onlar önce gelsin Müslüman olsun, sonrada Haydar Hocama talebe olsun ve harcadıkları on milyar doları da açlıktan ölen insanlara bağışlasınlar. Konumuza dönecek olursak onların ‘karanlık enerji’ dedikleri şey tecellidir. Kendileri karanlıkta olduğu için bunu anlayamayıp böyle adlandırıyorlar.
Üstelik Üstadımız ışık hızında olan bu enerjinin yaklaştığı parçacığı kütleye çevirdiği gibi, kütleyi aynı hızda uçurabileceğini de bizlere sohbet buyurmuşlardı.
Ve Allah dostlarının bir anda bir yerden bir yere hızlıca gitmesi ya da iki yerde bulunması anlamına gelen “Tayyizaman, Tayyimekân” diye ifade edilen gerçeği de anlatmışlardı.
Meltem TV ekranlarında bir sohbetinde ise “bir ömür beden ruhu taşıyor da, Ruh neden bir sefere mahsus bedeni taşımasın?” diyerek Miracı anlatmışlardı. Hz Ali Efendimize atfen çocukluğumda duyduğum “Ali yürüdüğünde yolun dürüldüğü olurmuş”, bu ise Allah’u âlem “Işığın geçtiği yerden mekânın büzüşmesi” gerçeğini ifade eden en güzel örnek olsa gerektir.
Batılılar çok cahil ve karanlıkta insanlar, materyalist olan Müslümanlar da farklı değil maalesef. Şeytanın bir anda garptan şarka gittiğine inanırlar ama insanın gideceğine inanmazlar.
Bunlar henüz insanı tanımıyorlar ve “insan bu meçhul” diyenlere Nobel Ödülü verdiler. Meçhul olan kendileri, insan değil. Ruhu hem bilmiyor, hem de inkâr ediyorlar, ruhu inkar eden bir anlayış sahipleri için elbette insan meçhul.
Bir söyleşilerinde Prof. Dr. Haydar Baş hocamız “İnsan gönüldür, gönül” demişlerdi. Tabi Batı dünyası bunu da bilmez çünkü onların dilinde “gönül” kelimesinin karşılığı bile yoktur.
Onların deneyle aradığı şey aslında Allah’tır. Ama çok gururlular, bunu açıkça söylemiyorlar. Ancak yanlış yerde arıyorlar, Allah’ı laboratuarda değil, Haydar Hoca’nın kalbinde arasınlar.
Çünkü Allah bir kutsi hadiste, “Ben yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım” diye buyurulmuştur.