Sanki kış aylarında değiliz.
Havalar öyle sıcak geçiyor ama bunun ceremesini çekeceğiz mutlaka. İki kıymetli dost ile birlikte Pazar akşamı şehrin dışına doğru yol aldık. Akşamları köyde oturan Nuri Bey'e çaya gidelim dedik. Çıktık Artvin'in dışına.
Biraz yol aldıktan sonra, bir yerde mola verdik. Naci Bey, kuzu şişlerimizi söyledi. Bir uçurum kenarında Çoruh'a bakan sıcak bir kebapçı dükkânı burası? Sahibi Enis Bey geldi yanımıza. Adam, dükkânında da sıcak bir insan? Doğal bir adam, gözlerinin içi gülüyor.
Levent Kırca merhuma benziyor sanki. Tıpkı onun gibi bıyıklara sahip. Dağların doğal havası ve suyu, insanı da doğal yapıyor galiba. Kalabalık şehirlerin stresi altındaki mutsuz insanlara benzemiyorlar.
Lokanta içinde yaşlı bir ağabey ve yaşlı bir hanım abla soba başında oturuyorlar. Sanki lokantaya değil de bir eve geldik, bizi misafir ediyorlar. Kuzu etinden çok Anadolu kokan bir mekân? Kendinizi gurbetten sonra gelmiş, baba evinizde gibi hissediyorsunuz.
Bir ara oturan amcayı rahmetli amcama, hanım ablayı da rahmetli yengem sandım. O kadar beni etkiledi ortam. Belli ki, hem lokanta, hem de ev gibi kullanılıyor.
Biz leziz şişlerimizi yerken, kebapçımız Enis bey, elinde bir sazla gelip oturdu yanımıza, "müsaade var mı?" diyerek. Sözlerini ilk defa duyduğum, bir türkü çaldı. Kebap gibi türküydü doğrusu? Sözlerinin merhum Mahsuni Şerif'e ait olduğunu söyledi ama ben ilk defa duydum.
Amerika'ya "katil" demeyi çocukken, ilk defa Mahsuni Şerif türküleriyle duymuştum. ABD'nin ne büyük "katil" olduğunu daha sonraları Bağımsız Türkiye yolunda öğrendim.
Neyse, biz sofradan kopmayalım!
Enis Bey'in sesi de güzelmiş.
"Zamana bak zamana, şaştım kaldım zamana/ Beygir arpadan usanmış, ceylan hasrettir samana" şeklindeki dizeler, kuzu eti tadındaydı.
Hele şu sözler, tam da günümüzü anlatıyor:
"Her gün soğan aş yiyene
Yiyip de şükür diyene
Kumaş satıp çul giyene
Güler misin ağlar mısın
Her gün her gün kemirene
Emekçiyi sömürene
Yine ona oy verene
Güler misin ağlar mısın"
Yolu, Artvin'e düşenler Enis beyin kebaplarından ve türkülerinden tatmalı, mutlaka? Sonra yola devam ettik, BTP İl Başkanı Nuri Keskin'in köyüne doğru. Gece karanlığında girdik köye. Köpekten pek korkarım ama hayret bize havlayan köpek olmadı.
Normalde kimseye havlamayan köpekler bana havlar, yazmıştım birkaç kez ama bu köyde bir tane havlamadı. Kapıyı çaldık, karanlığı Nuri Bey'in güler yüzü aydınlattı. İçeri aldı bizi, büyük bir mutlulukla.
Soba üzerinde çay kaynıyor. Yanında yığınla odun… Fırında, Artvinlilerin "kartol" dediği leziz patatesler var. Her tarafı ahşap oda, sıcak mı sıcak?
Bu defa burada bir masa kuruldu. Tok olduğumuzu söyleyince de, masaya ceviz, pestil, köme, aklınıza ne gelirse? Bayağı güzel bir geceydi, dostlarla? Hepinize tavsiye ederim. Ellerimizde bizleri teslim alan "telefon" denen kutulardan kurtulalım. Dostlarımızın yüzüne bakalım.
Biz öyle yaptık.
Uzunca muhabbet ettik. Çaylar ve sohbet, unutulmaz tadlar bıraktı, bizde. Nuri Bey'den müsaade istedik, dışarı çıktığımızda, beyaz irice bir kangal köpeği kapıda yatıyordu.
Nuri Bey, "köpek sizlere neden havlamadı gelirken" diye şaşkınlığını dile getirdi. Dedim, "Senin köpek, Bağımsız Türkiye'lilere havlamıyor" dedim, gülüştük.
Bağımsız Türkiye'ye, yerli köpek havlamaz bence.
Kıymetli dostlar!
"Şaştım kaldım zamana" sözleri, ne kadar da anlamlı gerçekten. Biz de bu zamana şaşıp kalmışız. Küresel kemirici ve sömürücülere karşı dünyada tek tez olan Haydarizm, Milli Ekonomi Modeli bu ülke için yazılmış iken, ülke barajlarda boğuluyor.
Güzelliklerimiz, değerlerimiz, haklarımız, sular altında kalsa bir şey değil, kapitalizmin altında kalıyor.
Dünyada bir ilktir, kapitalizmi altına alan Haydar Baş Ekonomi Sistemi. Prof. Dr. Haydar Baş, "buna 30 yılımı verdim" diyor. Sayın Baş, 80 milyona kuzu yedirmek istiyor. Ama zamana bak ki, millet Sırp'ın Fransız'ın needüğü belirsiz "lop et"ini yiyor.
Domuz mu yiyor, at mı, eşek mi, belli değil.
Ne yediğini bilmeyen, ne istediğini de bilmez.
İş ve Aş yerine, belasını ister!
"Şaştım kaldım zamana" gerçekten, şaştık!
Beygir arpadan usanmış, ceylan samana hasret!