Düşman uzakta değil mutfakta!

Bir markete girdiğinizde, sağlıklı olarak yenebilecek hiçbir şey yok aslında. Bakkal da olsa, fark etmez. Market veya bakkal sahipleri, lütfen beni yanlış anlamasınlar. Bu, onların suçu değil.  Soruyorum;

Markette et mi alacaksınız?

Etlerin hangi koşullardan geldiği, hayvanların hangi şartlarda kesildiği veya hangi koşullarda yetiştirildiği belli mi? 

Hele de şuan  "lop et" olarak geldiği düşünülürse. Sırp etin, bilmem ne kadarı "hastalıklı çıktı" diye, daha geçenlerde haber konusu olmadı mı?  Hükümetin ithal ettiği ete, yorum yapmak bile "vatan hainliği" sayılmıyordur inaşallah!

Neyse biz, konudan sapmayalım. 

Ne olur, ne olmaz!

Eti geçtik!

Markette, tavuk mu alırsınız? Uzmanlar, mevcut tavukların, henüz civciv iken kesildikleri iddialarında bulunarak, ilaçlarla şişirildiklerini ifade ediyorlar. Tavuk diye civciv yemek istemeyenler, ya tavuk etini unutacaklar veya köylerden getirtecekler.

Tavuğu da geçtik!

Sakın ola rengârenk kutulara sahip, içecekleri almayın. Evlerinize sokmayın. Hele de çocuklarınıza sakın ola içirmeyin. Bunların hepsi gazlı veya gazsız şekerli sudur. Şeker dedimse, sanmayın ki pancardan üretilme şeker.

Kimyasal renklendiricilerle, yapay tatlandırıcılarla, suni bir tat verilmiş, bildiğiniz zehir. NBŞ'lerin kanser yaptığı, tıp otoritelerince artık kabul gören bir gerçek. Dev küresel firmaların, mutfağımıza kadar girip, bizleri nasıl zehirlediklerini iyi düşünelim.

Düşman uzakta değil mutfakta!

Neslimizi nasıl kuruttuklarını, kısırlığın nasıl yaygınlaştığını, otistik çocukların sayıları, eskiden binde bir iken, bugün elli de bire nasıl yükseldiğini sorgulayalım. Emin olun bugün marketlerin önlerine, "TEHLİKELİ MADDE SATILIR" levhaları asılsa, yeridir.

Markette yiyecek alsanız zehir, içecek alsanız zehir, temizlik malzemeleri alsanız zaten zehir. Öyle ise ne alacağız, ne yiyeceğiz ve ne içeceğiz?

Yoğurt alsanız, nelerle karşılaşacağınızı yazmıştık daha önce. Domuz ürünlerine girmedik bile?  Domuz jelatini mi dersiniz,  "kıvam artırıcı" adı altında yoğurttan tutunda,  pastalara kadar konan domuzdan üretilme ürünler mi dersiniz.

İçinizi karatmayayım ama gerçek bu?

Hiçbir şeyi değil, ekmeği araştırsanız, bir daha ağzınıza götürmezsiniz. Ekmekte ki oyunları öğrenseniz, kusarsınız. Ekmeği yemek, kazanmaktan daha büyük dert oldu. Buğday ithal diye demiyorum, buğday yerli olsa ne olur, tohum ithal. 

Tohum yerli olsa toprağınız zehirli artık.

Yani her yerde vurulmuşuz. Uyansak bile bir nesli kurtarmak zor. Einstein "üçüncü dünya savaşını bilmiyorum ama dördüncü dünya savaşı taş ve sopalarla yapılacak" demişti ya, işte aynen böyle gün gelip, insanlar karasabanla tarım yapıp, buğdaylarını su değirmenlerinde öğütücekler.

Küresel doymazların, ülke topraklarına dadanıp tohum sektörlerini ele geçirdiklerini, tohumu satan küresel firmaların aynı zamanda,  tıbbi ilaç ve tarımsal ilaçlarında sahipleri olduklarını, hatta içinde ne olduğu bilinemeyen aşıların da üreticileri oldukları, insanlığa zehir içiren el ile ilaç içiren elin aynı olduklarını, gördüğümüzde iş işten geçmiş olacak.

Bir zamanlar, "mahalle bakkallarına birleşin, büyük market olun!" diyenlerin, aslında hangi politik hesaplar adına konuştuklarını, kendileri biliyorlar mıydı? 10 liraya sattıkları tohumu tekrar "sertifikalı" diyerek, 110 liraya alan idarecileri, kimlerin kandırdıklarında haberimiz var mı?

Çiftçisini "sertifikalı" tohuma mecbur bırakan iradelerin, on binlerce yıldır tarım yapılan bu topraklara, küresel tohum devlerinin zehirlerini saçtıklarını, ne vakit görecekler?

Tohumunu aldıkları firmanın, "gübre ve ilaç" diye zehirlerini de, topraklarımıza saçtıklarını görmek ne zaman mümkün olacak?

Çay üretilen Rize'de çayların artık tomurcuk vermediği sadece yaprak verdiği ve yakında yaprakta vermeyeceğini, çiftçiler bilmez diyelim, peki tarım bakanları, bürokratları da bilmez!

Yoksa, toplu halde kandırıldılar mı? Patatesin vatanı Niğde'de artık patatesin yetişmeyeceğini gördüğümüzde, çok geç olacak. Toprak bitiyor artık. Toprağı ve ekmeği bitirdiler.

Erhan Ünal'ın Ekmek Biterken, Toprak Biterken, kitaplarını okuyun derim.

Ekmek ve su yaşam için olmazsa olmaz!

Geçtik eti, tavuğu, sütü, aldığımız su bile sağlıklı değil. Plastik bidonlarda ne kadar zamandan beri bekletildiğini, güneş altında mı gölgede mi saklandığını bilmediğimiz suları tüketiyoruz. Halen hayatta olduğumuza şükür!

Mikrop içiyoruz, haberimiz yok.

Türkiye, bir savaş vermek zorunda. Prof. Dr. Haydar Baş'ın "silahsız savaşır ama buğdaysız savaşamazsınız" tespiti doğrultusunda hazırlamış olduğu, "Milli Tarım" politikasını uygulamak zorunda. Samanı bile ithal ettikleri halde dillerinde düşürmedikleri "milli" kavramı onları çarpar. Bu, bir proje ve model işidir. 

Elin mercimeğine, nohuduna, buğdayına, "milli" yazılı poşeti geçirerek, milli olunmaz. Bu, "milli yalan" olur. Artık ne kandırılalım, ne kandıralım. Yetişin, ülke insanı kanser oluyor. Askeri gönderecek, sağlıklı nesil bulamayacak noktaya geliyoruz, haberiniz olsun.

Düşman uzakta değil mutfakta!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön