Allah herkesi insanla karşılaştırsın. İnsan suretli, hayvandan aşağı —ya da Kur’an’ın tarif ettiği “aşağıların aşağısı”— varlıklarla karşılaştırmasın. Ne ticarette, ne hısımlıkta, ne komşulukta, ne de yolculukta; hiçbir yerde karşılaştırmasın.
Yetmişine merdiven dayamış bir dostum var. Son yaşta ticari bir ortaklığa girdi. Girerken sordum: “Bu yaşta kaldırabilir misin?”
O dedi ki: “Borçlarım var, insanlara sözüm var; bu dünyadan gitmeden onları ödemem gerek.”
Ortak olacağı kişiyi az çok tanıdığım için “dikkat et, o arkadaş sıkıntılı” dedim ve ama dinletemedim. Yer yer uyarılarıma devam ettim.
Bir yıl kadar sonra, çok yıkılmış görünce, adeta ağzında kerpetenle söz almaya çalıştım. Tahmin etmek zor değildi: arkadaşım büyük bir şekilde çarpılmıştı. On para kazanmadı; ama on milyon civarında kayıp vardı. Kredi kartlarını reklam işler için kullandırmış, borç alarak şirkete ortak olmuş; ortak olduğu şirketin birkaç milyon vergi borcu çıkıyor.
İnsanlara borcunu ödeyemeyeceği gibi on milyon daha borcu oldu. Ortağı resmen işin içinde değildi; oğulları ile baş başa bırakıp telefonlara dahi çıkmıyordu. O ağabeyim “Her şey tamam da, biz aynı düşünce, duygu ve inanç içindeydik; bu arkadaş bunu nasıl yapar?” diye dertlenip her şeyi sorgular oldu. Eski borçlu olduğu insanlar da arıyor, zavallı adamı. Dedim ki: “Senin için en iyisi, Azrail’in gelip seninle yol arkadaşı olmasıdır.”
Ne güzel moral değil mi? Ama gerçek bu. Yerin altına inananlar, bu gerçekle barışıktır; o da barışık olduğu için ben ona böylesi moraller veriyorum. Asıl acı olan, bizi yakanların yerin altına inanmayışıdır. İnanıyor görünürler ama inanmazlar. Her Cuma bir ayet paylaşırlar; hâlâ inanmazlar. Böyle insanlar var. Ve insanlar genellikle herkesi kendileri gibi zanneder. Sen inanırsın ama onlar inanmaz. Aynı ayetleri okur, hatta aynı zikri yaparsın. Sen inanarak okursun ama onlar, inanmadan okurlar.
Yerin altına inanır görünüp gerçekte inanmayanların saçtığı tehlikeyi saymak mümkün değil. Ortakken ya da hısımken değil, hasımken insanlar kişiliklerini ele verirler. “Onların çoğunun gerçekten fasıktan başka bir şey olmadığını” ancak yaşayarak görürsünüz. Baştan görmek herkesin harcı değil; çünkü insan rolünü iyi oynarlar. Menfaatlerinin zerresi için öylesine kişilik ortaya koyarlar ki, şaşırıp kalırsınız: “Bu arkadaş bu noktaya nasıl geldi?” diye sorarsınız. Oysa onlar zaten böyleydiler ama sen görmedin, ısrarla görmezden geldin dostum. Arif olsan ne yazar, karşındaki cahil ise… Arifin ölçüleri vardır; onlardan şaşmaz. Cahilin ise tek ölçüsü menfaatidir.
Ahir ömründe, insan suretli bir iblisten, arif bir insanın çektiği çileyi görmüştüm. Hep şöyle derdi: “Bu arkadaş bu noktaya nasıl geldi? Hepsinden önemlisi, bu cesareti nasıl buldu?” İşte işin nirengi noktası burası: Ona bu cesareti kim verdi?
Aldığınız ölümcül darbeden sonra sorarsınız: “Ona bu cesareti kim verdi?”
Ne hikmetse bu soruyu her soruyu sorduğunda, gözümün önüne hep bir şahıs gelirdi.
Neyse…
Arifi şeytan bile kandıramaz; fakat bir cahile yenilir görünür. Neden? Çünkü arif insanın cahili terbiye etmek gibi bir mesuliyeti vardır da ondan.
Eİnsanları yıkan şey algıdır. Şeytan Müslüman mintanı giymiş, Müslüman mahallesinde eli tespihli dolaşınca alıcılarınız uykuya geçer, radarlarınız kör olur. Gerçek yüzleri göremezsiniz. Oysa asıl sizi kör eden, içinde bulunduğunuz mahalledir —karşınızdakinin sizde “mahallemizden” bakışıdır. Sizi mahveden bu.
Nice namussuz, nice şerefsiz oturur o “mahalle” örtüsü altında. “Mahalle” dediysem sen onu: dernek, vakıf, parti, cemiyet, cemaat… Ne istersen anla. Nice insan, nice can yanar bu halde.
Sultan Süleyman’a bir kuş gelir. Derviş kıyafetli biri hakkında “Bu adam benim kanadımı kırdı” diyerek şikâyette bulunur. Sultan, kuşdilinden bilir; mahkeme kurulur. Adamın kolunun kesilmesine karar verilir; ama son kez kuşa sorulur.
Kuş der ki: “Sultanım! Kanadıma karşılık bu adamın kolu hak ettiği cezadır; ama ben başka bir şey istiyorum. Bu adam giymiş olduğu derviş kıyafetini çıkarsın ki benim gibi kuşların canı yanmasın. Bu elbise onun üzerinde olduğu sürece kuşlar onu derviş zanneder; diğer koluyla aynı fiili işlemeye devam eder.”
Sevgili dostlar, üzerlerinde sufi elbisesi olmasa da öylesi algılara sahibiz. Bir can yandı; başka canlar yanmasın. “Mahalle” şerefsizlerle dolmuş. “Mahalleli” oluşlarına veya mensubu oldukları cemiyetlere sakın inanmayın. Kuş gibi avlanırsınız; sonra arkadaşım gibi yanarsınız.
— “Mahalle” örtüsünü aralayıp, insanın özüne bakın. Ve Allah’a bırakın: “Onlar tuzak kurur, Allah da tuzak kurar. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır”
Yerin altında, tuzakların da hesabı var elbet. Hasım da olsan adaletten ayrılma!
Şerefsizlere karşı adalet, hak ettiklerinden dolayı değil, senin insan kalma mücadeleden kaynaklıdır.
UNUTMA!