Ekonomik sıkıntılar, insanları canından bezdirmiş.
İnsanların yüzlerine bakın;
Kan ağlıyor hepsi!
Kimse gülmüyor adeta!
Bir gülene rastlasak, yadırgıyoruz artık!
Herkes burnundan soluyor:
En basit bir şeyde, hemen parlıyorlar. "Bir lira için, nasıl iki yüz lirayı bozarsın" diye, çekip adam vuruyorlar.
Veya "beni nasıl sollar" diye, adamın kafasına levye indiriyorlar. "Müzik sesini kısmadı" gerekçesiyle, pompalı ile ateş ediyorlar.
İnsanlar, en yakınlarını dahi katledebiliyorlar.
Tabi, bunlara insan denirse?
Aslında her insan içinde canavarlar taşır, şartlar ve bireyler, o canavarları ortaya çıkarırlar.
Trafikte "içimizde ki canavar" konusunda uyarılıyoruz da, normal hayatta, neden uyarılmayız?
"Komşunuz bir canavar olabilir" diye mesela?
Ya da;
"Ailenizdeki canavara dikkat edin!"
"Babanızdan kalan tarlayı veya daireleri bölerken, canavarlaşmayın!" gibi? Bunlar çoğaltıla bilir.
İşin bir "ıslah" ve "terbiye" boyutu var. Birde, yerel ve küresel şartlar boyutu var. Küresel boyut yereli, yerel boyut özeli etkiliyor. Hepsi çarklar gibi birbirlerini hareket ettirirler.
Şimdi düşünün bir kere;
İnsanlar hırslarına gem vursalar, ihtiyaçlarını sınırlasalar, başkalarının elindekileri isterler mi?
Kaynakların değil, ihtirasların "sınırlı" olduğu gerçeğini kabul etseler, başkalarının boğazlarını sıkarlar mı?
Tabi ki hayır?
Peki, yaratanın nimetlerinin "sonsuz" olduğuna inansalar, yani "kaynakların sınırsız" olduğunu idrak etseler, hangi ruh haline sahip olurlardı hiç düşündünüz mü?
Emin olun, dünya cennete dönerdi. Kimse cehennemden dünyaya ateş getirip, dünyayı cehennemleştirmezdi. Dünya, gül bahçesine dönerdi. Çünkü herkes cennetten gül getirmek için uğraşırdı.
Burası anlaşıldı sanırım:
Yani kaynakların sınırsızlığı inancı, insanda bir "ıslah" başlatır. Bir "terbiye" duygusu geliştirir. Savaş fikri yerine, barış duygusunu empoze eder.
Gelelim, işin diğer boyutuna:
Yani kaynakların kullanımı konusuna?
Allah, toprak üstünde insan yaratırken, toprak altına ve üstüne ise o yarattığı insanın rızkını saklamış. "Ara bul kulum!" demiş. "Çalış kulum!" demiş. Kul; arıyor, çalışıyor ama yeterli miktarda bulamıyor.
Çünkü
O rızıkları, bir saklayan var.
O rızıklara bir konan, bir gizleyen ve o kaynakları bir satan var.
"Bizde kaynak yok" diye, yalan söyleyen var. İşte, o yalancıyı, o konucuyu o gizleyiciyi ve o satıcıyı ortaya çıkaran bir akıl var içimizde.
Baş akıl!
Bu aklı, dünya Baş tacı etti!
Bizden sakladılar.
Tıpkı kaynaklarımızı sakladıkları gibi? "Lozan'da verildi" dedikleri gibi? Ama yerler maden fışkırttı, onu haklı çıkarmak için. "Bu rızık sizin" demek için!
Kaynaklar üzerinde dilenci gibi oturan bizler ise "kaynak ABD'nin, kaynak Kanadalı'nın, kaynak İsrailli'nin, kaynak yandaşın, kaynak Cengiz'in?" diyoruz!
Bu ne akıl ya!
Herhalde "mankurt" aklı!
Allah'ın "sana ait" dediği, Haydar Baş'ın, doğanın, coğrafyanın, "sana ait" dediğini, sen reddediyorsun. "Yok, 20023'e kadar benim değil" diyorsun.
Tüh sana!!!
Senin gibi akla, senin gibi uşağa ve senin gibi 'mankurt'a yazıklar olsun.
Niye kızıyorsun deme!
Ömrümü yeme!..
Nasıl kızmayayım ki, kaynak inançsıları yüzünden hepimiz helak oluyoruz. İnsanlarımız birbirlerini yiyorlar. Bayram günü bile gülmüyorlar. Genç evlatlarımız evlenemiyorlar. Yuva kuramıyorlar.
Evlerimiz olmuş barut fıçısı?
Herkes kavga ediyor. Herkes birbirlerini yiyorlar. Birde niye kızdığımı söylüyorsun!
Allah'a inanmıyorsun, nimetine inan bari!
Nimetlerinin sonsuzluğuna inan!
Günde 40 defa "Allah büyük" dediğin halde, Allah'ın "nimetlerinin sonsuz olduğuna" inanmıyorsun!
Yalancı seni!
Prof. Dr. Haydar Baş'ın "kaynaklar sınırsız, ihtiyaçlar sınırlı" tezine inanmanı nasıl beklerim!
Ben sana ne diyeyim ki!
Senin sorunun, Baş ile değil, EN BAŞ ile!