''Gaffar bekçin, Hızır yoldaşın olsun''

Memleketten annem ve babam gelmişlerdi. Bir hafta misafirim oldular… Anne ve baba misafir sayılmaz ama yılda bir iki defa görüşüyorsanız, misafir demektir. Onlarla beraber olunca insan kendini çocuk hissediyor. Şair "Bugün büyüdüm… Çünkü babam öldü" demiş. Çok doğru… Allah herkesin anne ve babasını kendine bağışlasın. Ölmüş olanlara ise Allah rahmet eylesin. Ölümlü dünya şüphesiz… Onlar da biz de, sonunda öleceğiz. Baki olan, sadece Allah'tır. Ölümü ve hayatı yaratanda O'dur… Boyun eğmek hem imanımızın hem de kul olmamızın gereği… İşte bu düşünce ve duygularla insan, zaman dursun istiyor. Bu an hiç bitmesin… Anne ve baba ile birlikte geçirdiğimiz anlar hiç tükenmesin… Sonra Allah'a şükrediyoruz, onlar hayatta olduğu için… Tekrar tüm dostların, geçmişlerine rahmet diliyorum. Hayatta kalanlarına sağlık… Yıllar geçtikçe, insan kalitesi dibe vuruyor. Anne ve babalarını huzur evlerine terk edenleri mi dersiniz, yoksa onlara evlerinde besledikleri köpek kadar, değer vermeyenleri mi? Dur bakalım bizler ne hallere kalırız. Allah sonumuzu hayretsin… Ama babam annesine, çok güzel bir evlattı. Annesinin en küçük oğlu… Annesi, ismini Ali koymuş. Ben çocukken, onu sürekli annesine hizmet ederken görürdüm… Tırnaklarını sık sık kontrol eder, uzayanları dikkatlice keserdi. Gözlerinin çapaklarını alır, yaşlarını silerdi. Çok yaşlıydı, öldüğünde yaşı yaklaşık yüz on beşti… Canlı tarihti o… Babama yaptığı çok özel duaları vardı. "Allah, tırnağını taşa getirmesin evladım… Allah seni Hz. Ali'ye komşu etsin oğlum… Allah sana gökte yağdırıp, yerde toplatsın. Gaffar bekçin, Hızır yoldaşın olsun…" şeklinde uzayıp giden dualar. Yaz aylarında, yaylacılık bizde bir gelenekti. Yaklaşık üç veya dört ay kadar zamanımız yaylada geçerdi. At sırtında sabah köye gelir işlerimizi görür, akşam yaylaya kıl çadırlarımıza dönerdik. Gecenin zifiri karanlığında gökyüzünü seyreder, parlayan yıldızlara bakardık… Ocakta yanan ateş etrafına toplanır, babaannemden Hz. Ali menkıbeleri dinlerdik. Ben kendimi bildim bileli o Ali sevdalısıydı. Bu sebepten bir oğlunun adını Ali, bir oğlunun adını da Haydar koymuş. Bizim için din, peygamberimiz, kızı Fatıma, damadı Ali ve torunları Hasan ve Hüseyin'den ibaretti. Çünkü hep bunları anlatırdı. Okuma yazması yoktu… Yaylaları gezerek def çalan dervişlerden dinlemiş, tüm bildiklerini… Yirmi altı yıl üç aylar orucunu tutmuş, ölünceye kadar namazını hiç terk etmedi. Köyden oldukça uzakta bir tepedeydi yaylamız. Dağın dibine kadar taşlı, topraklı yolda, babaannem hayvan sırtında getirilirdi. Oradan oldukça yokuş olan tepeye ise, babamın sırtında çıkarılırdı. Bu iş yılda iki defa tekrar ederdi. Bir yaylaya çıkarken, bir de yayladan inerken… Hayvan sırtında, altında döşek, etrafında yastıklarla desteklenerek taşınırken, babamın sırtında ise sağlam bir kuşakla, babama bağlanarak taşınırdı. İşte Babaannem, duaya başlardı o zaman, evlat sırtındayken. Hem de bu halde oğluna yük olduğunu düşünerek ve de utanarak. Babam ise onun kendisine yaptığı dualara karşılık sevinip, susması gerekirken dua ederek yorulmasın diye annesine kızardı. "Sus! Ne diye kendini yoruyorsun… Konuşma! Bak uçurumdan yuvarlanırsak, ikimizde ölürüz." Yılda iki defa, bir kilometre uzunluğunda ve oldukça eğimli yamaçlarda anneyi sırtta taşımak… Ben gerçekten yapamam. Dedim ya, insan kalitesi düşüyor diye… Kıymetli okurlarım, maksadım sizlere babamı anlatmak değildi. Ama ne yalan söyleyeyim, bugün başka bir şey yazamayacak duygusallıktaydım. Affedin beni…

''Gaffar bekçin, Hızır yoldaşın olsun''

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön