14 Nisan 2020 cennete uçuş!

14 Nisan’ı hiç unutmayacağız.

2020’yi hele, asla unutmayacağız.

BTP camiası için 2020, hüzün yılımız oldu…

7’den 70’e, her “can”ımız, ah ile figan eyledi.

Yüreklerindeki acıları şiirlere döktüler. Acılarını türkülere, şarkılara yüklediler. Ellerini semaya açıp, gözyaşı döktüler. Karantinalı günlerde camlardan bakıp ağladılar. On binler cenaze için yollara düşerken yolları kesildi.

“Yasak” dendi.

Halen yollar kapalı.

Halen, liderimizin nurlu kabrine gitmemiz yasak.

Ancak ruhlarımız, liderimizin gömüldüğü Şehitlik Tepesi’nde geziyor.

Buna yürek nasıl dayanır.

Gördüğümüz her şey, bize O’nu hatırlatıyor.

Öyle ki baharın geldiğini unutmuşuz.  

Çarşıya indim tezgâhta erik görünce içim cız etti. Gözyaşlarımı tutamadım. Eriğe bakıp ağlanır mı?!

Şimdi hayatta olsaydı, erik yese siz de seyretseniz. Allah’ım, ne güzel erik yerdi.

Masaya bırakılan erikleri tuza batırıp, nasıl da zevkle yerdi. Etrafındakilere “yesenize oğlum!” derdi. Fakat o yerken, sizin seyretmeniz daha zevklidir.

WhatsApp’ta “HB Seyahat” grubu var. Liderimizin uçuşları, ya evladı Hasan tarafından veya İsmail Hakkı bey tarafından, bilgi notu olarak girilirdi. Havaalanında karşılamak için, bir kaç saat önceden bilgi verilirdi.

Baktım o gruba içim yandı.

En son, 17 Mart 2020 tarihli not: “Hocam, 16.10 İstanbul-Trabzon uçuyor”

Hasan kardeşim oraya yazar mısın, “14 Nisan 2020 cennete uçuş” diye. Acıdan, biz yazmayı unutsak bile Allah unutmadı. Cennetteki dostları, güzel bir karşılama yaptılar. Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Görenler, yaşayanlar olmuştur, olacaktır. “Rüya ile amel” kültürü bizde yok. Bu yüzden sadece göreni bağlar. Bunları anlatmaya gerek de yok. Yalnız üç defa gördüm, o kadar keyfi yerindeydi ki…

Dedik ya, her şey bize üstadı hatırlatıyor.

Telefon rehberime bakarken, “HOCAM” kaydını her gördüğümde duruyorum. O şefkati, o “oğlum” hitabını hatırladıkça, nasıl erimezsiniz. Konuşma bittiğinde, “gözlerinden öperim” demesi yok mu, “evlat” olduğunuzu yaşatıyor size.

Yanlış yaptığımızda “kafanı karacağım!” veya “serseri manyak seni!” demesi ya, unutulur gibi değil. Aramızda olsa da, gerçekten kafamızı kırsaydı. Ama yok işte.

Yaşasaydı ve şimdi “küresel korona düzeneği” tatbik edilmemiş olsaydı, ne güzel günlerimiz olacaktı. Teravihleri evinin avlusunda kılacak, birlikte sahurlar yapacaktık. Trabzon’a giderken bizi, büyük bir heyecan kaplardı.

Yüzlerce defa görsek bile ilk defa görüyor gibi olurduk.

Her görmede, farklı bir heyecan…

Camiamız o kadar acılı ki, siyasi ve salgın “karantinaları” kalktığında, gözyaşları Şehitlik Tepesi’nden akıp, Karadeniz’e karışır. Karadeniz daha da kararır, daha da çırpınır…

Karadeniz’in korkusuz dindarı yok artık.

“Benim dedem Sarıkamış şehidi” diye kükreyen deliyürek, çarpmıyor artık.

Bu acıya alışmamız zaman alacak tabi ki…

O’nun yaktığı Bağımsız Türkiye ateşi asla sönmeyecek.

“Son nefes için siyaset yapan” liderin yolundakiler, asla şahsi menfeat derdine düşmeyecek. Gönül terbiyecimiz bize önce,  “adam” olmayı öğretti.

Önce adam, sonra mühendis…

Önce adam, sonra doktor…

Önce adam, sonra öğretmen… Sonra işçi, sonra çiftçi, sonra çöpçü… Sonra iş insanı, sonra siyaset adamı…

Bağımsız Türkiye, hiç bir siyasi harekete benzemez.

Biz, numuneyiz.

Dini çizgimiz, Ehl-i Beyt.

Milli çizgimiz, Atatürk.

Siyasi çizgimiz, Haydar Baş’tır.

Bu kadro, hem dinin muhafızıdır, hem vatanın ve milletin. Dini bütünlüğü, milli bütünlükten farklı görmeyen, birbirinin teminatı gören kadrodur. Milli bütünlüğe önem veren devlet aklı, düşmanın dini bütünlüğü tehdit etmesi olayını göremedi.

Devletin göremediğini,  Prof. Dr. Haydar Baş gördü ve kendini siper etti.

O yüzden bu kadro, devlet ve millet bekası için, özel yetişmiş bir kadrodur. Türkiye’de böyle bir kadro bir daha asla yetişmez. Çünkü bir daha, Haydar Baş gelmez. Bu kadar, bilge bir kişilik asla yetişmez.

Anti-emperyalist duruşu olan, milliyetçi-ulusalcı ve Atatürkçü olan, İslam’ı sistem eksenli değil gönül eksenli anlayan ve yaşayan, devlet ve insan ile barışık bir kadro, sadece biziz.

Camia olarak, “dağılmıyor, parçalanmıyor, Allah’ın ipine sımsıkı sarılıyoruz”.

Ne demişti üstadımız:

“Korkunç bir zifiri karanlığa girdik arkadaşlar!

Burda merhametle, şefkatle, izzetle, iffetle, fetanetle, birbirimizi kucaklayacağız, hataları görmeyeceğiz.”

0 YORUM

YORUM EKLE

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir