Talebelik yıllarımda rahmetli Celal Mısır Hoca, beni Elazığ’da Ömer Hüdai Baba’nın türbe/külliye inşaatında sorumlu tutmuştu. Çok hatıram var orayla ilgili ama şimdilik konu o değil. Yaşlı bir adam sık sık gelip çatardı bana. Bir taraftan durumu idare etmeye çalışıyorum, bir taraftan anlamaya… Meğer yaşlı karısı orada dilenirmiş. İnşaat başlayınca mescit, misafirhane, kütüphane gibi şeyler yapılınca dilenme imkânı kalmayacak. O yüzden öfkeli…
Bugün bunu niye hatırladım?
Bir dostum, Kıbrıs Gazisi bir ağabeye Hoş Geldin Atatürk’ü verirken yanında Prof. Dr. Haydar Baş’ın hayatını anlatan eseri de vermiş. Fotoğrafını çekip sosyal medyadan paylaşmış. Biri Atatürk’ün hayatı, diğeri Haydar Baş’ın hayatı. Ne güzel ikili: Biri asker Atatürk, diğeri Hoca Atatürk…
Arkadaşlarımızın “hoca” olarak bildiği biri, bu paylaşımın altına “hasta” diye yorum yapıyor. Hoş Geldin Atatürk nasıl Atatürk düşmanlarını ele verdiyse, belli ki Hakikate Adanmış Hayat da Haydar Baş düşmanlarını bir bir ele verecek.
Soruyorum: Kitabı okudun mu? Yok. Okumayı düşünüyor musun? Yok. O halde okumadığın kitap hakkında nasıl yorum yaparsın?
Ne kadar “okumayın” diyen varsa, hepsi kitabı okudu aslında, bunu bilesiniz. Bu zat yıllardır saçma sapan kitaplar sattı, hâlâ satıyor. Cinden periden kurtulmak için kitap, tespih satıyor. Adam satıcı. Pazarı elden gidiyor, yerinde duramıyor. “Yusuf Karaca kim ki Haydar Hoca ile ilgili kitap yazıyor” diyor. Kaç kez “kitaba başladın mı?” diye soran da bu zaten. Peki sorarım: Haydar Baş olsa, bunu sorabilir miydin? Şu kibre bakın!
Haydar Baş hayatını bana yazdırarak hata yaptı diyemiyor aslında. Çünkü bu sözün aynısını, müşrikler Peygamber Efendimiz için söylemişti: “Muhammed kim ki, ona vahiy gelsin.” Kibir, onları engellemişti. Bugün de aynı kibir konuşuyor.
Tabii bu arkadaş hocamın son on yılında yoktu. Bilmiyor. Bir gün mescitte saçmalayınca hocam “Ne yapıyorsun sen?” diyerek hutbenin ortasında onu perişan etmişti. İstanbul’daki büyük bir programda Diyanet hutbelerine benzer bir hutbe verince hocam “Nasıl sabote edersin?” diye yerin dibine sokmuştu. Çok sokardı. Şimdi çıkmış konuşuyor.
Susurluk’ta kurulan soysuz tezgâh olayından günler sonra hocamı ziyarete gelmişti, oradaydım. Hocam ona, “Ben öldükten sonra gelseydin bari” dedi. Yıllarca emek verdi, beklediği sonuç bu mu?
Hocam hayattayken en çok istediği şey, mücadelesinin ve kendisinin anlatılmasıydı. Bugün bu kitap, o vasiyetin yerine gelmesidir. Bundan hocam memnun olur. Sinirin ise kitabın, senin cin kitabın olmamasından. Müslim-an, bu yüzden kuduruyorsun!
Bir hoca olarak söyle bakalım: Hocam yaşarken bu yayınları yapabilir miydiniz? Fatih Altaylı’yı ziyaret edebilir miydiniz? Balbay’ı ekranlara çıkarabilir miydiniz? Ekranı TGRT’ye çevirip hocamı adeta Enver’in seviyesine indiren siz embesiller değil misiniz? Bir Mücahit’imiz eksik, bir de İhlas’ımız.
Onca insanı yediniz ulan! Seni görünce Okan’ı hatırlıyorum. Haset ettin, engelledin. Haset ehli olduğunu hocam kendi dilinden söyledi. Yanımda “Oğlum, ben senden razıyım” dedi Okan’a. Sana ise “Haset ehli” olduğunu hatırlattı. Anladın mı Müslim-an?
Ama sen ders çıkarmak yerine kinlendin. Hocamın şahadet gününde hangi bahtsız sana konuşma hakkı verdiyse, sen o mübarek naaşın başında “Allah taksiratını affetsin” dedin. Taksirat senin hayatın cahil! Acısı hâlâ içimde. Kinin konuşturdu o gün seni!
Yetmedi… Sanki sıradan bir cenazede konuşuyorsun. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukur” diyerek hocama cennet diledin. Oysa orada yatan bir evliyaullah’tı, bir şehitti, bir arifti. Senin gibi bir cahil anlamasa da o eser haykırıyor: Arifti, şehitti!
Korkma, oku! Belki vuslatından sonra tanırsın.
Benim ne haddime ki hocamın yerine kendimi koyayım. Ama siz öyle misiniz? “Hocamın oğlu” tezgahı ile onca insanı aforoz ettiniz, dışladınız. Evlatları, ailesi bile dışlamalarınızdan nasibini aldı. Suçsuz yere attığınız, ittiğiniz insanların günahı yok mu sanıyorsunuz? Hocama ait ne varsa mahvettiniz, yuvaları bile yıktınız. Hâlâ utanmadan konuşuyorsunuz.
Haydar Baş bilindikçe sizin batıl yolunuz ortaya çıkacak. Düzeniniz bozulacak. Tespih satamayacaksın diye ödün patlıyor Müslim-an!
Allah sizleri bildiği gibi yapsın.
Şarkıcı, kasap, sen, müflis Gürcü ve asıl başkanınız Erivan… O çocuğun başını yakacaksınız diye kaç kere uyardım. Sırtlan sürüsü içinde bir ceylan!
Hocam “Kadrom” demişmiş, “Peygamber, Ebubekir, Ömer demişmiş” düzeneğinin bu asırdaki versiyonusunuz. Hocam “Davam” dedi, bağımsızlık dedi, Atatürk dedi, Ehl-i Beyt dedi. Siz ne dediniz? Kadro halinde bir kere Meral dediniz, sonra Özgür Özel, İmamoğlu dediniz. Siz siz olmaktan çıktınız. Hocamı kadro olarak sattınız! Duruşu, kadro olarak bozdunuz! Görün artık!
Bir emirle, bir vasiyetle “Haydar Baş” dedim, hopladı zıpladınız. Demese miydim yani!
Bu kitap dikkatli okunursa herkes her şeyi görecek ve herkes kendine gelecektir. Tabi ki hocamı gördüğü halde, dinlediği halde, gerçeği inkar edenlere, kitap ne yapsın? Yusuf Karaca ne yapsın!
Ben kitap satmıyorum, Müslim-an!
Ben bir davet yapıyorum. Bu davete isteyen icabet eder.
Bu kitap;
Haydar Baş’ı tanıyanların gönlüne, tanımak isteyenlerin zihnine, unutanların vicdanına yazılmıştır.
