Maskara çakal!

 Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı. Çıktığında, vuran güneşin de etkisiyle parıl parıl parlıyordu. Üzerinde gördüğü sarı, yeşil, pembe ve kızıl renklerin sarhoşluğu ile mest olmuş, âdeta kendinden geçmiş bir halde;

– Ben tavus kuşuyum, demeye başlamıştı çakal arkadaşlarına.

Diğer çakallar:

– Ne tavusu? 

Sen fazla neşeye dalmış, kendini kaybetmişsin. Halinden de pek memnunsun. Ama sanki bizden nefret ediyorsun. Bu hali nasıl elde ettin, dediler.

Çakallardan birisi de dedi ki:

– Sen ya hile yapıyorsun. Minbere çıkmaya, lâfla ulu görünüp, halkı kendine bağlamaya çalışıyorsun. Ya da hakikaten bir neşeye sahip oldun, neşelilerin arasına katıldın. 

Ben bir hayli çalıştım. Fakat bir aşk, bir hararet göremeyince hileye sapıp utanmazlığı ele aldım.

Doğruluk ve yanıp yakılma, evliyaların âdetidir. Utanmazlık ise her aşağılık kişinin sığınağı?

Bu suretle neşeliyiz diye halkı kendilerine çekerler ama iç yüzlerine bakılırsa hiç de hoş değillerdir.

Kendini tavuskuşu sanan maskara çakal, aniden ortaya çıkıp kınamaya çalışan çakalın kulağına eğilerek dedi ki:

– Hele bir bana, birde şu üzerimdeki renklere bak! Şamanın bile böyle bir putu yoktur. Gül bahçesi gibi ne de güzel hale geldim. Ne kadar hoş yüzlerce renge boyandım. 

Benden uzaklaşma! 

Secde et bana! 

Şu güzelliğime, şu letâfetime, şu renklerime bak!

Çakallar oraya toplandılar. Mumun etrafındaki pervaneye döndüler:

– Hiç çakalda bunca güzellik olur mu? Peki, elmasım, sana ne diyelim diye sorduklarında:

– "Müşteri yıldızına benzer erkek aslan" deyin, dedi maskara çakal.

Bunun üzerine dediler ki:

– İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır, cilvelenir. Sen de öyle cilveleniyor musun?

Çakal dedi ki:

– Yok canım! Çöle düşmeden nasıl Mina'ya vardım diyebilirim?

– Peki, tavuskuşu gibi bağırabilir misin, diye sordular.

– Kara taştan kaynak mı çıkar, diye cevap verdi.

Bunun üzerine dediler ki:

– Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hile ile o güzelliği elde edebilir misin hiç?

Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendini Musa'dan yüce göstermeye çalışmıştı… Boyacı küpüne düşen çakal misali? Onun mevkiini, malını görenler secde etmişti yoksulluklarından, basiretsizliklerinden. Ne oldu?

Çirkinlikleri meydana çıktı, rüsvay oldu.  Kalp akça mihenk taşında belli olur. Hırsından, kızgınlığından aslan postuna bürünmüş köpek, aslan kükrer de seni sınar. O vakit üzerinde aslan sureti olduğu, fakat hakikatte köpeklerin huyuna sahip olduğun anlaşılır.

Kıymetli okurlar!

Sizleri, ara ara böyle Mevlana sözleriyle baş başa bırakıyorum, biliyorsunuz. Mesnevi'den güzel bir seçmeydi "maskara çakal". Çakallığın iktidar olduğu dünyada, bir nefes alın istedim.

Utanmazların ahlak savunuculuğu yaptığı bu ahir zamanda, Mevlana iyi gelir dedim!

Mevlana demişken;

Şimdi sorsan, Mevlana'yı sevmeyen yok. 

Vallahi yalan!

Bizim insanımız, evliyanın ölüsünü pek sever. Ölüsüne türbe yapar ama dirisini dünyaya geldiğine pişman eder!

Ölüsünün başına çaput bağlar, ama dirisinin altındaki halıyı dahi çeker.

En başta Mevlana'nın yaşadıkları, araştırın bakın. Hocası Şemsi, öldürüp derin kuyulara atmadılar mı?

Hele FETÖ'nün "diyalog" fitnesi ile Papa-sever, papaz-sever bir nesil türetildi ki, bunlar evliya yerine eşkıya sever! 

0 YORUM

YORUM EKLE

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir