Abdal Musa’nın sopası

6. Ehl-i Beyt Kurultayı Abdal Musa hazretlerinin dergâhında icra edildi. Dergâhın önünde kurulan Ehl-i Beyt çadırı adeta feyz ve muhabbetten çağladı. Sabah, akşam Allah’ı zikreden ve salihlerle birlikte olmaya gayret eden çağdaş Abdal’lar Türklüğün has mayasını kâinata çaldılar.

Sabahın erken vaktinde Ali’yi görme aşkı ile tutuşan gönüller, Allah’ın zikri ile ıslanan diller, elbette umduklarına nail olacaklardı. Usul ve erkan bilmeyen ziyaretçiler tarafından yakılan muma ve çul, çaputa takılmadan, dergâhın içindeki “Has Odaya” girmeyi başaranlar Abdal Musa’yı görmüşler ve asasına tutunarak tövbe etmişlerdir.

Sadece Abdal Musa hazretlerini mi?

Elbette hayır… Abdal Musa’nın yanında tüm heybeti ile oturan zatın kim olduğunu ve Abdal Musa’nın sopasının da bu zatın elinde olduğunu görmüşlerdir.

Bu dediklerimi mantar kafalılar anlamaz, onlar buna kafa yormasınlar. Onlar açılan kiliseleri sayarak, peygamberin ve hak dostlarının şefaatini inkârla meşguller… Onlar, NATO ve Brüksel’in şefaatine inanırlar…

Bu arada Abdal Musa hazretlerinin o kadar meşhur kerametlerini dinledik ki, insanın aklı duruyor. Zaten akıl çoğu zaman manayı kavramaktan acizdir. Çünkü aklın alanı bu değil… Yani akıl bu işte sökmez… Bu vadide aklı terk etmek şarttır. Mevlana “Akıl aşkın şehrinde çamura saplanmış merkeptir” demiş…

Kısaca aşkı olmayanlar bilmez… Aşkın nişanı vardır, o da çiledir… Sevilen uğruna O bilsin veya bilmesin çekilen çile, insanda aşktan bir iz bırakır. İşte bu aşıkın nişanıdır…

Aşk insana umulmadık yerden bir kapı açar. Bazen Burak olur… Âşık ona binerek sevdiklerine ulaşır… Aşk iki âleme birden geçiş yapan bir iletkendir… Salihlerin kapısı ölü veya diri ancak aşk ile açılır…

Abdal Musa hazretleri, mürşidi Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinden şu an türbesinin olduğu Elmalı’ya gönderilirken güvercin gibi uçarak geldiği rivayet olunur. Bunu kendi şiirinde de belirtmiştir. Ceylan avlayan Kaygusuz Abdal’ın, ceylanın peşinden bu zatın dergâhına girerek, asıl kendisi bu gönül avcısı tarafından avlanmıştır.

Abdal Musa hazretlerinden başka, bölgede kabirlerine rastladığımız Kâfi Baba hazretlerinin kabrini görüp fatiha okuduk. Bu zatın bir kerametini burada oturan çok kıymetli Osman Önder abiden dinledim.

Kâfi Baba bu zatın gerçek ismi değilmiş. Yemen’de kıtlık olmuş, bu zat ise Yemen’e buradan açtığı buğday çuvallarını akıtarak gönderdiği söyleniyor. Karşı tarafta ise akıtılan bu buğdaylarla ambarlarını doldurduktan sonra “Kâfi Baba… Kâfi Baba…” dediği için İsmi böylelikle Kâfi Baba kalmış…

Hatta Kıbrıs harbinde bu bölgede yatan bir Hakk dostunun Kıbrıs’ta savaştığı söyleniyor. Birlikte savaştıkları askere ismini veriyor, asker onu ziyaret amacıyla bu bölgeye geldiğinde onun bir eren olduğunu öğreniyor. Aynı şekilde halkın ise bu savaşta o türbeden top seslerinin geldiğini anlatması ise oldukça ilginç.

Tüm bu gerçekler ışığında diyoruz ki bu ülkeyi ve Kıbrıs’ı satanların işi çok zor, bu erenlerin sopası başlarına her an inebilir. Haydar Hocamın bu toprakların üstündeki ölülerle uğraşmak yerine, altında yatan diriler ile hareket etmesi bundan olsa gerek…

Onun elinde Abdal Musa’nın sopası, gönlünde Ehl-i Beyt’in nefesi ve Hüseyin’in eğilmez başı vardır. Allah milletimizin, bu değerden hakkı ile istifadesini nasip ederek kurtuluşuna vesile eylesin.

Abdal Musa’nın sopası

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön