Ayrılık hasretimiz 1 yaşında

Bundan böyle her 14 Nisan, bizim hüzün, O’nunsa vuslat günüdür. 50 yıllık mücadele, tam 74 yıllık bir koşuştu, O’nun ki… Hakka koştu, Hak ile oldu, haklı ile oldu ve hep haklı oldu. Sonunda, hakka emanet oldu.

Kendini çok sevdiği milletine adadı. Milleti için çırpındı, durdu. “Milli bütünlüğün dini bütünlükten, dini bütünlüğün, milli bütünlükten geçtiğini” gördü ve buna yıllarını verdi. Anadolu’yu karış karış gezdi.

Yılmadı.

Yorulmadı.

Ehl-i Beyt’in yolunda yürüdü.

Onların hayatını yaşadı.

Yaşamı da onlara benzedi, ölümü de…

ABD’nin Ilımlı İslam’ına karşı büyük mücadeleler verdi, ağır bedeller ödedi. Siyasal İslamcılar O’nu hiç sevmedi.

Çünkü O siyasetin İslam’ını reddetti. İslam’ın; huzur, rahmet, ikaz ve irşat siyasetini yaşam tarzı haline getirdi. O’na göre siyasetin İslam’ı olmaz, İslam’ın siyaseti olurdu. Bu da, “Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” siyasetidir.

Bu sebeple,“birlik beraberliğin” temini için uğraştı, durdu. “Askeri ve sivili ile bir bilek- bir yürek olmalıyız” hoş sadasını, bu gök kubbe altında bırakıp gitti.

ABD’nin “ILIMLI/SİYASAL/RADİKAL” bilimum “İslam” olmayan “İslam” tezlerine karşı, “Ehl-i Beyt İslam” bayrağını açtı. Hacıbektaş gibi Allah’ın İslam’ının ocağını tüttürdü. Alevisine, Sünnisine, kurtuluş yolu olarak bu ocağı gösterdi.

Bir “kucakta” aslanı da tuttu, ceylanı da… Ali’nin ocağında ve kucağında, Alevi ve Sünni’yi kardeş yaptı. Sağında Alevi, solunda Sünni oturdu.

Şii-Sünni dünyaya, “tevhidin merkezinin Ehl-i Beyt olduğunu” haykırdı. 12 İmam’ın hayatını, yazdı.

Mükemmel bir eğitimciydi, kamil bir mürebbiydi;

O’nun nazarı, sözleri, davranışları, eğitici, öğretici ve irşat ediciydi. Yetiştirdiği insanların ne dinle, ne devletle, ne rejimle, ne insanla, ne doğa ile problemleri oldu.

Çünkü kendi nefsiyle problem yaşamayı düstür edinmiş insanların, fırsatı olmaz ki başkalarıyla sorun yaşamasına.

Bu çağın Yunus’larını yetiştirdi.

Ayrıca iş insanıydı. Rızkını, “ticaret ve cesaret” üzerine bina etti. Elde ettiği imkanları, yürüdüğü yola serdi. Dünyanın sırtına bindi, dünyayı sırtına almadı. Parayı kalbine değil, cebine koydu. Etrafına da böyle öğretti.

Cimri insanlara tahhümmülü olmazdı.

Çok cömert bir insandı. Sağ elinin verdiğini, sol eli duymazdı. Her yıl yüzlerce öğrenci okuturdu. Zekatının büyük çoğunluğunu, genç beyinlerin eğitim görmeleri için harcadı. Fakir, düşkün, öksüz ve yetim babasıydı.

Sanayide milli oluş” sloganı ile yola çıkmış, idealist milli bir işadamıydı.

12 Eylül, 28 Şubat süreçlerinde devletin kurum kuruluşları, üzerine gönderildi. Ancak O devletine ne küstü ne tavır aldı. “Devlet olmazsa, millet sürü olur” diyerek, sabrın zirvesini yaşadı.

Fikir adamıydı;

Akçaabat’ın dağlarında sadece tencere üretmedi. O, ülkesi için fikir üretti sürekli, hem de kagren olmuş sorunlarına. O dünyaya sadece sanayi mamülleri ihraç etmedi,O’nun en büyük ihraç ürünleri fikirleriydi.

“İnsan bu meçhul” diyenlere “insan gönüldür, gönül…” dedi. Türk milletini zengin etmek için kafa yordu. Milleti için yazdığı Milli Ekonomi Modeli ile kapitalizmi, sosyalizmi çöpe attı. Dünyanın yeni ekonomi modeli oldu.

“Milli Paralarla Ticaret” dalgası kıtaları tuttu. “30 yılımı verdim” dediği modelin “Vatandaşlık Maaşı” başta olmak üzere bir çok bölümü, siyasetçilerin seçim zamanlarında, aşırdıkları görüşler oldu. Dünya liderleri dahi, o tezden alıntılar yaparak, seçmenlerine vaadlerde bulundular.

Prof.Dr.Haydar Baş, sadece fikir, düşünce adamı veya mütfekkir değil, aynı zamanda duruş adamıydı. O’nun milli duruşu,mana ve hikmet duruşu, antiemperyalist duruşu, bütün ezberleri bozdu.

Alışılmış “dindar” veya “Hoca” profilinin çok dışında bir insandı. Hayatı boyunca ne sağcı oldu, ne solcu ama O’nda Sağı da bulmak mümkündü, Sol’u da… O, Türkiye’de ne kadar suni fay hatları varsa, hepsini dağıttı.

Anıtkabir ile Cami arasına, yıkılmaz bir köprü kurdu.

Hoş Geldin Atatürk ile gizlenen Atatürk’ü ortaya çıkardı.

Atatürk arkasına saklanıp dine vurma veya din arkasına saklanıp Atatürk’e ve cumhuriyete vurma devrini, sonsuzadek kapattı.

Dünyada taşları yerinden oynatıp gitti.

Türkiye’de ise arkasından devrimler bırakıp gitti.

O, sevenlerini, büyük bir ayrılık ateşine garketti.

Ailesi için bu ateş daha kavurucu ve daha yakıcıdır. Bizler, öğretmenimizi, liderimizi kaybettik ama onlar, bunların dışında babalarını, eşini, hayat arkadaşını kaybettiler. Bu sebeple, onlardan özür dileyerek, acıdan söz etmek isterim.

Herkes yandığı kadar seviliyormuş. Veya herkes, sevdiği kadar yanıyormuş. Ancak, şu kadarını söyleyelim ki;

O’nun mübarek gönlü ile bağımsız olmuş, gönüllerimiz için, bu acıdan başka daha büyük bir acı görmedik. Dünya hepimiz için artık, kavuşma arzusuyla şafak saydığımız kışladır. Tabi ki hayat devam ediyor, tabi ki, mücadelesi, mücadelemizdir, ayrı konu…

35 yıllık güzel rüyadan, bir zifiri karanlığa uyandım…

Aslında;

Biz O’nu seçmedik, O bizi seçti.

Biz O’nu sevmedik, O bizi sevdi.

Hem de o bizi sevdiğinde ve seçtiğinde, bize henüz beden tuzağı kurulmamıştı.

Ben zülfüne ezelde tutuldum ki henüz tuzak yaratılmamıştı, yine orada dudaklarının şarabını içtim ki, henüz kadeh vücud bulmamıştı.”

“Ben sarhoş olduğumda, üzüm yaratılmamıştı.

Anlayan, anlar bizi…

0 YORUM

YORUM EKLE

You may also like...